İHTİYARLARA YER YOK

Başlıkta geçen söz, Coen kardeşlerin, Oscar dahil birçok ödüllü, 2007 yapımı filmlerinin adı. WHO 65 yaş üstündekileri
yaşlı kabul ediyor. Bu sayının, yakında 70 olacağı öngörülüyor. 2000'li yılların az öncesinde, belediyeler 60 yaş ve üzerindekileri yaşlı kabul edip, ulaşım ücretlerinden muaf tutuyordu. 59 yaşıma geldiğimde benim için hafif bir teselliydi. 60 yaş kartım var, artık abonman bileti ile uğraşmayacağım diye düşünürken, Şeytan'ın işi yok, bu işe de çomak soktu. Önce, günde 2 abonmanla sınırlandırılan bir uygulamaya geçtiler. Hiç yoktan iyidir dedim. Boynuzlu Melek boş durur mu? Durmadı. Belediye ulaşımdan zarar ediyormuş. Saat 9 ile 16 arasında istediğin kadar binebilirsin dediler. Bu saatlerde ben mesaideyim. Attan inip eşeğe bindim. Ama cumartesi pazarları işime yarıyordu. 2013 yılının Ağustos başında Gazi Meclisimiz olaya el attı. Dünya sağlık örgütünün kabul etmiş olduğu 65 yaş sınırını baz alıp, kapsamı bütün Türkiye sathına yayarak, ülkemiz koşullarında 65 yaşını göremeyen çoğu vatandaşlarını sollayıp, ipi göğüsleyenlere bir kıyak yaptı. Bugünlerde Covid19 namı ile terör estiren küresel salgın yani pandemi için alınan önlemler de risk grubu diye adlandırılan bizlere, tüm Türkiye'de belediye ulaşım hizmetlerini bedava, Devlet demiryolları hizmetlerini %50 indirimli hale getirdi. Eski bir devlet memuru olarak devlet babama teşekkür ediyorum. Belediye, şu anda 60 - 65 yaş arasındakilerden talebe ücreti kadar bir para alıyor. Yani normal abonman biletinin yarısı. Bu uygulamalar, bir bakıma, yaşlıların toplumsal platformda tedavülden kalkmasını önlüyor. Kim ne derse desin, ihtiyarlar toplumun bir özeti, ya da ortak paydası. İyi ya da kötü, geçmişin ihtiyarları ile geleceğin ihtiyarları arasında, bir nevi köprü görevi yapıyor. Bu uygulamalar öncesinde otobüslerde pek göremediğimiz yaşlılar tekrar aramıza döndü. Yaşlıların çoğu dar gelirli emekliler. Kıt kanaat geçinirken, ulaşım ücreti onlar için ağır. Çoğu kez hastaneye seyahat için dışarı çıkarken, artık hava almak için de çıkabiliyorlar. Vermedikleri otobüs ücretini de kendileri ya da torunları için harcayabiliyorlar. Delik deşik bütçelerinde minik de olsa bir delik kapanmış oluyor. Bugünlerde hiç hesapta olmayan bir durum, yaşlıları yeniden ev hapsine geri götürdü. Kısaca , ölmek isteyen sokağa çıksın deniyor. Bu doğru mu? Değil demeyi çok isterdim. Ancak maalesef doğru. Benim ekiptekilerin çok büyük bir kısmı gripten ölüyor. Çünkü yaş aldıkça, insanların metabolizmaları gibi, bağışıklık sistemlerinin cevabı da yavaşlıyor. Kronik hastalığı olanların ölüm oranları daha da yüksek. Kolit hastası olduğum için, son 20 yıldır düzenli olarak grip aşısı oluyordum. Yine de muntazaman her yıl 3 adet grip hastalığını eksiksiz olarak tamamlıyordum. Yani grip aşılarının koruma iddiası tartışmalı. Bu son virüs çok yeni, aşısı da yok. Geçen yıl grip aşısı yaptırmadım. Bu yıl da öyle. Geçen kış 3 kez grip geçirdim. İkisi çok ağırdı. Dilimi ısırarak söylüyorum. Bu yıl grip olmadım. Önceki yıllardan farklı olarak ne yapmıştım? Hemen hemen , birkaç kez dışında, toplu taşıma araçlarına binmedim. Bir de, zencefil, havlıcan, tarçın, zerdeçal, karanfilden yapmış olduğum karışımı kaynatıp, her sabah bir su bardağı içiyorum. Kerameti bundan biliyorum. Covid 19 denen bu lanetli tacı, bakalım kimler giyecek? Giyip de öteki dünyaya kimler gidecek? Bugüne kadar bu tacı takanların yüzde onu öldü.
Virüsler, tam olarak bir canlı değil. Bu yüzden etkin bir mücadele verilemiyor. Yine de insanoğlu, bir gün bunların üstesinden kesinlikle gelecek.   tam bir canlı olmamasına rağmen, dünyadaki tüm canlıların dengesini kontrol ediyor. Onlarsız bir dünya düşünülemez. Aşırı çoğalan canlı türleri için katil sıfatı kullanılıyor. Katil yosun, katil alg vs... Kriter böyle olduğunda insandan daha katili var mı? Virüsler olmadan, hayvanların, bitkilerin, bakterilerin, mantarların, riketsiyaların aşırı çoğalmalarını önleyecek bir fren yok. Bir bakıma da yaşlı insanları ayıklayarak gençlerin önünü açıyor. Son zamanlarda, insanlığın baş belası kanser hücrelerini yok etme projelerinde de başaktör yine onlar. Onları canlı saymayanlar da mevcut. Var kalabilmek için, bir canlı hücre içine girebilmeleri şart. İçine girecek bir canlı hücre bulamazsa, kendini kopyalayamıyor. Yani çoğalamıyor. Yok oluyor ya da statik kalıyor. 1966 yılında, Dünya sağlık örgütü, gelmiş geçmiş en büyük insan katili olarak bilinen çiçek hastalığına karşı aşılamayı durdurmuştu. Çünkü bildirildiğine göre hastalığın amili variola virüsünün kökü kazınmıştı. Ancak daha sonraki yıllarda, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik devletleri'nde, hangi amaca ve akla hizmet eder bilinmez, belki de kültürel miras olarak, soğuk savaşın anısına, gelecek kuşaklar için saklanmış. Eskaza serbest kalmış olsa, gezegenin 8 milyar nüfusunun yarısı ölür.
H1N1 virüsü 1918 ve 1919 yıllarında 100 milyon insanı öldürdü. O zamanki popüler adı İspanyol nezlesiydi. 1950'li yılların sonlarında, Asya gribi 3 milyon insanı alıp götürdü. O tarihlerde babam 47 yaşındaydı. Ailece hastalandık. Babam ölümün kenarından döndü. 10 yıl kadar sonra, Hong Kong gribi 3 milyon insanı aldı gitti. Soğuk savaş döneminde virüsler, NBC başlığı altında silahlanma yarışının B si, yani biyolojik silahlar grubundaydı. Bunlarla ilgili bilgileri, milli güvenlik dersinde alıyorduk. 1960 sonrası konulan bu derslerin öğretmenleri, genellikle albay rütbesindeki subaylardı. Onlar için de ek bir gelir oluyordu. Dünyanın sahibi Amerika'nın, Ortadoğu'ya barış getirme projesine uydurmuş olduğu kılıfın adı biyolojik silahlardı. İddiasına göre Irak, tıka basa biyolojik silahlarla doluydu. Amerika, Irak' tan başlayarak Ortadoğu ülkelerine ne çeşit bir demokrasi getirdi bilinmez. Ancak istilasına sebep saydığı biyolojik silahlar hiçbir zaman bulunamadı.
1981 yılı, dünyayı, Afrika kaynaklı, maymunlardan bulaşan, HIV yada diğer adı ile AIDS virüsü ile tanıştırdı. 40 yıllık zaman sürecinde, 100 milyon civarında insana bulaşmış, her yıl ortalama 1 milyon insanı öldürmüştü. Ben de, deri ve zührevi hastalıklar dispanserlerinde, bu hastalığa karşı verilen mücadelenin içinde 1985- 2013 yıllarında hizmet verdim. Türkiye'de, diğer ülkelere nazaran daha az rastlanıyordu. Belki de insanlar sessiz sedasız ölüyordu. Bu hastalığın en kötü yanı, kimse ben hastayım demek istemiyordu. Yakalanan vakalar, daha çok kan taramalarında tesadüf eseri yakalanıyordu. Konak Deri ve tenasül hastalıkları dispanseri, konumu itibariyle adliye binaları ve polis polikliniğine çok yakındı. Dolayısı ile, cildiye muayeneleri için bize geliyorlardı. 2013 yılında, dispanser lağv edilinceye kadar, bu hizmeti onlara biz verdik. Gerek emniyet mensuplarından, gerek hakim ve savcılardan, çok can dostlar kazandık. Bunlardan biri de Aydınlı asliye hukuk hakimi Salih Dirik'tir. Kızı Çağla hukuk fakültesini yeni bitirmiş serbest avukatlık yapıyordu. Birgün öğle arası, Hasip Akgül kardeşime,  çay muhabbetine giderken Hakim Bey'e rastladım. Adliyedeki odasına davet etti. Çay söyledi, karşılıklı içiyorduk. Sıkıntılıydı. Bir dava için karar vermiş, fakat çok mutsuzdu. Dinledim. Kızılay'ı çok büyük bir tazminat ödemeye mahkum ettim dedi. Kızılay adı geçince bir an öylece durdum. Kızılay, ilkokula 1957'de başladığımda, öğrendiğim ilk kurumdu. İkincisi Yeşilaydı. Bornova Köprübaşı'nda Kızılay mahallesi isimli bir yerleşim yeri vardı. Bornova'yı vuran sel felaketinde, evlerini kaybedip hayatta kalmış yoksul insanlara minik evler yapmıştı. 19. Yüzyılın başlarından itibaren, başı dara düşen insanların yardımcısıydı. Onu her zaman çok seviyordum. Gevrek 25 kuruş olduğunda, elime geçen 10 kuruşlarla yarım gevrek alamaz olmuştum. Ben de 25 kuruşa tamamlamaktansa 10 kuruşa bir kızılay yardım pulu alıp, sınıftaki Kızılay defterinde, numaramın karşısına yapıştırtıyordum. Okulu bitirdiğimde, 153 pulum olmuştu. Bu rakam, beni, ikinciyi, ikiye katlayarak birinci yapmıştı. Hatırladıkça gurur duyarım, mutlu olurum. Ben bunları düşünürken, oluşan sessizlikte Hakim bey ile benzer duyguları paylaşmış olduğumuzu hissettim. Kan gerektiğinde başvurulacak ilk yer Kızılay'dı. Kan bağışlarının en büyük kısmı, Kızılay tarafından gerçekleştirilirdi. Kan vermek gerektiğinde, ihtiyacı karşılayan yer daima Kızılay'dı. Uzun yıllar çocuk sahibi olamamış bir aile, bu arzularına kavuştuklarında, sevinç coşkusunu yaşarken, doktorlar çocuğun kanının değişmesi gerektiğini söyler. Baba yıldırım gibi Kızılay'dan kan bulur, gelir. Çocuk kurtulmuştur. Ancak acı gerçek ortaya çıkmakta gecikmez. Korkunç bir ihmal vardır. Verilen kan, bebeğe AIDS virüsünü bulaştırmıştı. Bu minicik yavru artık ölüme mahkumdur. Ailenin kronik acısı yoksulluğa, şimdi de vadesi belirsiz bir evlat acısı eklenmiştir. Avukat kızı, bu kararından dolayı hakim beyi tebrik eden ilk kişiydi. Çay bardağını kenarı koydum. Fikrimce, ne kadar iyilik yaparsanız yapın, bu size, bir başkasının, hele hele bir bebeğin hayatını karartma imtiyazı vermezdi. Ayağa kalkıp Hakim bey'e sarıldım. Büyük bir coşku ile tebrik ettim. Bence karar kesinlikle doğruydu. Herkes sorumluluğun ne olduğunu, ihmalin nelere mal olabileceğini öğrenmeliydi. Bu karar tüm kişiler ve kurumlara ibret olmalıydı. Aile bebeklerinin hastalığı ile savaşırken, hiç değilse maddi yoksunluk yaşamayacaktı. Kurum kararı temyiz etmedi. Suçunu kabul etti. Bu,  ona yakışmayan ihmalkarlığının yanındaki teselli idi. Bu bebek herhalde artık cennette. Ailemde doğmuş, ve fakat yaşama şansı bulamamış, 6 kardeşim ve 3 yeğenimle yan yana. AIDS birçok dünya ünlüsünü, büyük tantanalar eşliğinde alıp götürürken, SARS, domuz gribi, EBOLA, MERS, ZİKA, Kırım Kongo kanamalı ateşi, kuş gribi,  bir sürü talihsiz insanı, sessizce aramızdan alıp götürdü.
Covid 19, yani kimsenin başına takmak istemediği taç Corona virüsü, çoğu ihtiyar yüzbinleri bizden alıp, birkaç zaman sonra kaybolur gider. İnsanlar ölür, dünya yürür. Gençler çok da fazla üzülmeyin. Korkmayın! Paniğe gerek yok. Topun ağzında öncelikle 65 yaş üstündekiler var. Siz nasıl, toplu taşıma araçlarında yaşlılara yer vermiyorsanız, biz de ahirete giden gemide sizlere yer vermeyeceğiz. Sıranızı bekleyeceksiniz. Öncelik bizim.
Coen kardeşler ne diyor?
İhtiyarlara yer yok!

Yorumlar

  1. Bu yazı günün yazısı... Keşke daha geniş bir ağda yayınlanıp herkese okuma şansı verilse. Her zaman olduğu gibi bilgi ve bilgelik dolu, soğukkanlı bir mizah, tatlı bir sohbet havasında... (Ancak yazının başlığına bağlanan final sözüne itirazım var:Senin gibi bir değerin bu dünyada her daim yeri var.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Hasip Kardeşim, yorumuyla dostluk boyutunu şiirselleştiriyor. Her zaman olduğu gibi.Teknoloji becerimle elimden geleni yapıyorum. Blok herkesin. Bilmeden engel mi koyuyorum acaba ? 26 Mart tarihli, sahte rapor başlıklı yazımda bahsettiğim olayı hatırlıyorum. Sevgili Hasip kardeşim,yazmış olduğum yazıyı düzeltip ilgili medya kuruluşlarına faxlamıştı. Hiçbir yerde basılmamış hatta cevaba bile layık görülmemişti. Şu yalancı dünyada sevdiklerimizin gönlündeki yerden daha sıcak ve değerli ne var ki? Ülkemizin sıradışı yazarı Hasip Akgül kardeşim bu yıl 55 yaşında. İnşallah 3 olan eser sayısına 97 daha ekleyerek dalya der. Gözlerinden öpüyorum sevgiler.

      Sil
  2. Yaşar'ım. tam yetmiş yaşını yaşıyorum. Şehit Memetlerimizden yarım asır fazla yaşamışım.
    Fazla hayat arsızı olmaya gerek yok, bu kadar yeter, allah bereket versin diyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Levent, bütün sanayi çevresi, seni çözümsüz problemlerin çözümü olarak gördükçe, onların Levent Abisi olarak kalacaksın. Mutlu ve sağlıklı 70 yaşlar.
      Gözlerinden öpüyorum.

      Sil
  3. Ne güzel demişsin Yaşar Abim. “Şu yalancı dünyada sevdiklerimizin gönlündeki yerden daha sıcak ve değerli ne var ki?”

    Sen bizim gönlümüzün en güzel köşesindesin.

    Allah sana uzun ömürler versin.

    En çok istediğim şeylerden biri seninle yüzyüze tanışmak, sohbet etmek.

    İstanbul’dan selamlar.

    Hüseyin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yasaları beynimizle yapıyoruz. Mahtığımızla eklemeler, çıkartmalarla günceliyoruz. İnsan kâinata sevgiyi eklemiştir. Yasalar dışında, verilebilecek en ağır ceza sevmemektir. Tersi daha da çarpıcı bir gerçektir. Sevginin,güçten arınmış, yumuşak sıcaklığından daha büyük ödül varmıdır?
      Sevgiler. Gözlerinden öpüyorum.

      Sil
  4. Sevgili Dr. Yaşar Abim Virüs belasını atlatalım, Kemeraltına geldiğinde uğrarasan biraz hasret giderelim. Yazılarını takip ediyorum. Sağlıklı günler. Matbaacı Hakan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Hakan, hasret, sevginin küçük kardeşi. Kemeraltına gelmeyeli epey oldu. Gelirsem sana muhakkak uğrarım. Her yıl, hafif ağır üçer kez grip oldum. İkiyüz gibi bir istif yaptım. Virüslerin çoğunu, grip iken evinde oturmayan, çoğu keyfe keder, cildiye hastalarını muayene ederken aldım. Ülkemizin güzel yürekli, ama bir o kadar sorumluluk ve duyarlılık yoksunu insanımız virüsleri hiçbir zaman ciddiye almadı. Hastalıklar, böylece normalinden daha fazla yayıldı ve devam etti. Yetkililer de, hiçbir zaman için olayı yeterince anlatamadı ve vurgulayamadı.
      Bu savaştan galip çıkarbilirsek, şöyle bir kazancımız olacak. Sonraki benzer felaketlerde gerekli davranış biçimini gösterebileceğiz. Görüşemezsek hakkını helal et. Benimki bütün sevdiklerime helaldir. Tedbiri elden bırakmadan tevekkül edeceğiz. Ölümden öte durak yok. Allah yardımcımız olsun. Sevgiler. Gözlerinden öperim. Şimdilerde kocamanlaşmış, minik kızımızıda da öpüyorum. Selam söyle.

      Sil
    2. Sevgili Hakan, geçen yıl bu zamanlar, rahmetlik babanın Ankara'da askerliği sırasında, atıyla birlikte ölümsüzleştirdiği fotoğrafına bakarak, yürek yakan öyküsünü konuşuyorduk. Ben, baban, ablam ve diğerleri, ülkemizin zor başlangıç döneminde yaşamış, bahtsız kayıp 2 kuşağız. Sizler biraz daha şanslıydınız. Çünkü bizler sizin üzülmenizi istemedik, elimizden geldiğince ezdirmedik. Bakıyorum da sizler bizden çok daha iyi anne babalar oldunuz. Çünkü sizin eğitiminize önem verdik. Sizler evlatlarınızı çok daha bilinçli yetiştiriyorsunuz. Her ne olursa olsun,onlara devir aldığınızdan çok daha iyi bir gelecek bırakacağınıza eminim. Yazımın başlığı altında ihtiyarlara yer yok demiştim. İronik bir şekilde birkaç gün sonra devlet de ihtiyarlara yer yok dedi. Öyle görünüyor ki, geçen yıl birlikte olduğumuz 24 Nisan tarihinde bu yıl ayrı olacağız. Belki de hiç görüşemeyeceğiz. O bakımdan aklımdayken, yanlış hatırlamıyorsam, 24 Nisan'da 21 yaşına basacak olan sevgili kızımız Gizem'e uzun ve mutlu ve de annesi, babası ile birlikte güzel yarınlar diliyorum.
      Gözlerinden öperim. 😷

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE