EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

Bornova'da, üniversite vardı ama lise yoktu. Çınar Koleji'nin lise kısmı adından da anlaşılacağı üzere paralıydı. Eşim Ortaokulu bu kolejde okumuştu. İzmir'de 4 lise varken daha fazla kolej vardı. Kolejler belge vermedikleri ve yabancı dil eğitimine verdikleri ağırlık ile durumu iyi olan ailelerin tercihiydi. Bornova'da oturduğum için bana en uygun lise İzmir'in en köklü eğitim kuruluşu olan İzmir Atatürk Lisesi idi. Kızlar için ise en uygun seçenek diye bir şey yoktu. Tek seçenek vardı. O da İzmir Kız Lisesi. 1965 yılı enteresan bir yıldı. Lise ile ilgili kısmını anlatayım. Benim için Tek seçenek gibi gözüken İzmir Atatürk Lisesi ve eşim için tek seçenek olan İzmir Kız Lisesi o yıl ilk ve son defa kayıt için sınav uygulamıştı. Henüz tanışmadığım eşim sınavı kazanmış kaydını yaptırmıştı. Sınav sonuçları kayıttan birkaç gün önce Kız Lisesi ve İzmir Atatürk Lisesinde açıklanacaktı. Eşim gitmiş. Kazandığını öğrenmiş. Kayıt olmuş. Ben Bornova ovasındaki bahçemizde, Eylülde daha da yoğun olan işlerle boğuşmaktaydım. Babam her cuma Bornova ya da İzmir'de tercihan değişik camiler de en sık olarak da İzmir'deki Hisar Camisi'nde Cuma namazına giderdi. O hafta Alsancak'taki Atatürk Lisesi'ne uğrayacak sonra da Hocazade Camiinde namazını kılacaktı. Atatürk Lisesi'nin bahçesinde ilan panolarına kazananların isimlerini listelemişler. Ana baba günü imiş. Kalabalığa rağmen yüzlerce isim arasında benim adımı aramış. Bulamamış. Namaz vakti gelince aramayı bırakmış ve Alsancak Camisine Cuma namazına gitmiş. Namazdan sonra da nasıl olsa ismi yok diye belki de unutup bornova ovasındaki bahçemize geldi. Kazanamamışsın dedi. Bornova'ya lise açacaklarmış diyorlar, o zaman gidersin diye ilave etti. En kıymetli Zeytinliğimizi, sudan ucuz bir fiyatla çocuklarım okur diyerek sokağa atar gibi Ege Üniversitesine satan babam, böylelikle elindeki son fırsatın yani benim bu başarısızlığımla kaçtığına üzülmüşmüydü bilmiyorum? Ben bir hoş olmuştum? Yani sınavım o kadar da kötü geçmemişti. O derecede parlak bir ortaokul kariyerim den sonra İzmir'de Atatürk Lisesi birinci sınıfa gidecek yüzlerce kişi arasına giremeyecek kadar kötümüydüm? Demek kötüydüm. Kısa bir hayal kırıklığı yaşadıktan sonra kuyudan kovayla su çekip yüzümü yıkadım. O gün toplayıp sepetlere dizdiğimiz incirler Bornova'da kabzımal hanına gidecekti. Eşeği sardım. Bornova'ya gittim. Malları Hana indirdim. Dönüşte Ortaokulu beraber okuduğumuz bir arkadaşa rastladım. Sınavı kazanmış kaydını yaptırmıştı. 1 F şubesindeyim bir düzineden fazla şube var dedi. Sen hangi şubeye kayıt oldun diye de sordu. Babam bakmış kazanamamışım dedim. Arkadaşım Ortaokulda pek başarılı değildi. Hatta bir yılda kaybı vardı. Kazanamadığıma İnanamadı. Bizim ortaokuldan çoğu arkadaşımız sınavı kazanmıştı. Darbe almaya o kadar alışmıştımki yenilgi  kafama hemen yatmıştı. Bu kadar kolay kabullenmeme ben bile şaşırmıştım. Okullar açıldı. Okul hayatım bitmişti. Meğer okumaya o kadar da hevesli değilmişim demekki. Bahçe ve çiftçilik bir anda gözüme çok güzel görünmüştü. Ertesi cuma, ben ovada çalışırken babam Bornova'daki yeni camiye Cuma namazına gitti. Oraya gittiğinde hemen birkaç sokak ötede ki teyzesine ovadan sebze meyve götürürdü. O gün de öyle yapmıştı. Teyzesinin sokağında, benim ortaokuldan bir öğretmenim oturmaktaydı. Beni 3 yıl okutmuştu. Babam kapıdan uğradığında, o da oradaymış. Benim mevzum geçmiş. Babam sınavı kazanamadığımı söylemiş. Öğretmen beni iyi tanıyor. Bazen haksızlığa uğradığımda, beni destekleyen tek kişi oydu. Olmaz demiş. Bir tek benim öğrettiklerim soruları cevaplamış olsa dahi kazanır diye ısrar etmiş. Öğrencimin geleceği ile oynama git bu işi bir araştır demiş. Babam kimsenin sözüne kulak asmazdı. Cuma namazını Bornova'da kılacak iken her nasıl olduysa Alsancak'ta kılmaya karar vermiş. Kendisinden hiç ummadığım bir performans göstererek önce Atatürk Lisesi'ne uğramış. Yıllar önce bir süre devam etmiş olduğu bu lise, onun için her zaman çok özel idi. Marşı'nı ezbere bilirdi. Hiç unutmamıştı. Alsancak Hocazade Camii'nde cuma namazını kılıp akşama doğru döndü. Hadi bakalım pazartesi hazırlan Atatürk Lisesi'ne başlıyorsun dedi. Ne olduğunu sordum. Memnuniyetlerini coşkusuz yaşardı. Ama gördüğü ve duyduğu şeyler hoşuna gitmişti. Meğer, sınavı kazanan 500 ün üzerinde öğrenci içinde ilk 25 kişinin adını taşıyan listeyi jest olarak müdürün kapısını asmışlar. Diğerleri bahçede listelenmiş. Babam da orada adımı göremeyince kazanamadığıma inanmış. Onurlandırılmak bile, benim için sabotaj gibi bir şey olmuştu. Böyle şeylere o kadar alışıktım ki fazla da yadırgamadım. Böylece Eylül'ün son günlerinde Atatürk Lisesi öğrenciliğim başlamış oldu.

Yorumlar

  1. Yaşar ağabey merhaba, pandemi öncesi, Toni Drosa ile yaptığınız Geçmişten Tıngırtılar programınızdan bu yana takipçinizim. Bloğunuzu yeni farkettim.
    Tesadüf, rastlantı, kader.. adını ne koyarsak koyalım, bir insanın, bir toplumun, hatta ülkelerin geleceğini şekillendiren etmenlerden biri olması hep ilgimi çekmiştir. Örneğin Hitler, ressam olmak için çaba harcadığı yıllarda, Viyanada tutunabilseydi, ikinci dünya savaşı yine yaşanırdı belki ama kim bilir seyri nasıl olurdu. Sizi destekleyen öğretmeninizin babanızla karşılaşması, babanızı takip konusunda uyarması ve babanızın ilk 25 kişi listesini görmesi gerçekleşmeseydi, siz yine ideallerinizin peşine düşerdiniz belki ama Doktor Yaşar olarak tanışmış olamayacaktık büyük ihtimal. Yani diyeceğim, rastlantıların geleceği şekillendirmesi, bazen çok trajik, bazen güzel sonuçlar doğurabiliyor. Uzattım, hemen kesiyorum. Sizi iyi ki tanımışım, iyi ki varsınız. Selamlar Saygılar. Murat Ardıç

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Murat,
      Her zaman söylüyorum, radyo günlerimde sizlerle kurmuş olduğum sinerjik bağ bu bloktaki motivasyonumun kaynağı oldu.
      Yoksa bende öleceği güne kadar vakit doldurma modunda dolananlardan olacaktım.
      10 yıl önce emekli olup,
      62 yaşındayken hekimliği bıraktım.
      Devletten başka patrona çalışmak gibi bir fikrim yoktu.
      Senin dediğin gibi, son söz alın yazısının.
      Kader üzerine bir ömür süresince konuşulabilir.
      Bundan 5 yıl kadar önce, 2019 Aralık'ta ölen, dayımın kızı laf arasında benim bildiğim yaşımın aslında bir yıl eksik olduğunu söyledi. Söylediğini de ispat etti. 66 yaşındayken bir saniyede 67 oluyorsunuz. Küçük gösterilmeyip kendi yaşımın hayatını yaşamış olsaydım nasıl olacaktı sorusuna hiç cevap bulamadan hayatımı
      tamamlamış olacağım.
      Kader ne cilveler yapıyor değil mi?
      Hitler için bir parantez açayım.
      1978 yılının Mart ayında Almanya'da Anestezi İhtisası yaparken acilde bir zehirlenmiş bir hastanın midesi yılanacaktı. Hastane idaresi bir sigorta eksiği tespit edip izin vermedi. Eksik Almancam olayın aslını anlamamı engelledi.
      Anladığım kadarıyla, başka bir hastaneye sevk edilecekti.
      Herşey hazırdı.
      Ancak, bu sorumluluğu alırsam
      okkalı bir tazminatla karşılaşabileceğimi hissettim.
      Belki de sınır dışı edilecektim.Hildegard benden 26 yaş büyüktü. Annem ile akrandı. Eşi Hans sarışın olmayan bir Almandı.
      Sorumluluğu alıyorum dedim.
      Ertesi sabah, nöbetten sonra şefin odasına çağrıldım.
      Çalıştığım hastane Evangelish kilisesine aitti, şefimiz kiliseden nişan verilmiş bir Katolik şövalyesiydi.
      Ben hastanın midesini yıkarken Hans ortalıktan kaybolmuştu. Meğer bağlı olduğu kilisenin yetkililerine baş vurup durumu anlatmış.
      Hastanın durumu iyiydi. Şef çıkışını uygun görmüş.
      Odada şef ve Hanstan başka bir de iyi giyimli bir bey vardı. Dev gibiydi. 70 yaşlarındaydı. Katolik bir papazmış. Hans'ın dostuymuş.
      İki eliyle elimi avuçlarının arasına alıp profesöre dönüp hangi kiliseden olduğumu sordu.
      Şövalye şefim, benim Müslüman olduğumu söyledi. Papaz elimi nazikçe bıraktı. Hans koluma girdi. Ortaya bir şeyler söyledi.
      Serin ortam biraz ılındı.
      Papaz efendi bir şeyler söyledi ve elimi sıkıp teşekkür etti.
      Hans ve Hildegard ile dosluğumuz devam etti.
      Duvarcı ustasıymış.
      Yeniden inşa edilen Almanya'da çok geçerli bir meslekti.
      Hitler'in askerlerindendi.
      Telsizci imiş.
      Amerikalılara esir düşmüş. 5 yıl esir kampında kalmış.
      Arkadaşlarının neredeyse hepsi ölmüş.
      Hitler'in hayranıydı.
      O olmasaydı bütün ticaret Yahudilerin elinde olacaktı. Şu gördüğün refah seviyesini ona borçluyuz diyordu.
      Bir ara bana askerlik resimlerini gösterdi. Çok yakışıklıydı. O günlerden sadece bir eşyasını kurtarabilmiş.
      Bu bir kasaturaydı. Bir yerlerde toprağa gömmmüş.
      Sapında Nazi haçı vardı. Ayrıca, Kan ve Namus yazısı vardı.
      Hans birgün, papazın ne söylediğini sarhoşken anlattı.
      Anladığım kadarıyla ; bir Muhammedan'a teşekkür edeceğim hiç aklıma gelmezdi kabilinden bir şey demiş.
      Üç dedemin Hristiyanlar ile savaşırken şehit düştüğünü dilim döndüğünce anlattım.
      Schicksal dedi.
      Bende Schicksal dedim.
      Gözlerinden öpüyorum.
      Sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS