Kayıtlar

Ağustos, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

9 EYLÜL 1957

 Eylül ayı, İzmir'de, okulların, kapılarını öğrencilere açtığı aydır. Okula başlayacağım o yıl, benim için çok özeldi. Bornova ovasındaki bahçemizde, yapmış olduğum çiftçiliğin yanında, bir meşgalem daha olacaktı. Bornova Ovası'nda çiftçilik yapan aileler çocukların eğitimini fazla önemsemezdi. Çoğu ilkokulu bile bitirmemişti. Benim çevremde bildiğim kadarıyla, ortaokula giden olmuştu fakat bitireni hatırlamıyorum. Bu okul denen şey nemenem bir şeydi? Üniversiteye başlayıncaya kadar, bizim ailede en tahsilli kişi babamdı. Bütün çocuklarını okula yazdırıyor, sonra kendi haline bırakıyordu. Çocuklarının okula başlaması ile ilgileniyor, hiçbir zaman katkı vermiyordu. Çok şey biliyor, hiçbir şey yapmıyordu. Başlayacak olduğum okul hakkında bir fikrim yoktu. Sadece çok korkuyordum. Ablam ilkokulu bitirmiş, sonra tahsile devam ettirilmemişti. Devam etmiş olsaydı, çok başarılı olacağına her zaman inanmışımdır. Küçük ablam 2 yıldır okula gidiyor fakat sınıflarını geçemiyordu. Çevreden,

İEF

 Miladi takvimi kullanıyoruz. Bu takvimde 12 ay var. 7 tanesi 31, 4 tanesi 30, bir tanesi de Cüce Şubat 28 gün çekiyor. İzmir'in miladi takvimi, şaka değil, 13 aya bölünmüş senelerden oluşuyordu. Bu 13. ay 31 çekerdi. Biz ona fuar zamanı diyorduk. Kültür sanat faaliyetinden, ekonomik faaliyetlere kadar tüm yaşam  alanımızda derin etkileri vardı. Öylesine ki; tüccarlar çiftçiden aldıkları malların parasını fuar zamanından önce ya da sonra diye ödeme vaadinde bulunur, yazlıkçılar sayfiye yerlerinden, bilhassa Çeşme'den fuar zamanı döner, okullar fuar zamanından sonra açılır, nikahlar düğünler fuar zamanı fuarda yapılır, Ege'nin diğer illerinden akrabalar fuar zamanı davet edilir, tüm sahne sanatçıları ülkenin bütün şehirlerinden bilhassa da İstanbul'dan fuar zamanı gelir, yerli yabancı turistler fuar zamanı İzmir'de buluşurdu. İzmir'de çocukların öğrendikleri ilk yabancı kelime Fuar Sözcüğü olurdu. Fuar zamanı 20 Ağustos ile 20 Eylül arasıydı. İzmir'in havası

17 AĞUSTOS 1999

 Batı ülkeleri pazartesiye mavi rengini uygun görmüştür. Mavi pazartesi derler. Çalışanlar, hafta sonu tatilinden sonra, işe başlamayı bir çeşit isteksizlik ve hüzün zamanı olarak görmüşlerdir. Yaz ortasında, İzmir'in Ağustos sıcaklarında, böyle bir pazartesiyi bitirip, sekize kadar sağda solda sürtmüş, güneşi geceye havale edip, Bornova' ya yani eve doğru yola çıkmıştım. Son yıllarda, haciz yağmuruna bir çare olarak, gün batımı ile doğumu arasındaki zaman dilimi dışında, vaktimi ev dışında geçiriyordum. Bu yaz kış yıllarca sürdü. Yazın, kavurucu İzmir sıcaklarında, en sık uğradığım yerlerden biri de, bu yıl 1 Nisan'da ALS hastalığından kaybettiğim, 1956 yılından beri ara vermeden arkadaşlık etmiş olduğum Yusuf Kocabıyık'tı. İzmir'in Çankaya semtinde, Bit Pazarında Altan Han 4. kattaki bürosunda Mali müşavirlik hizmeti veriyordu. Mesai sonrası buluşup kış ise çay yaz ise koruk şerbeti içiyorduk. İşhanının çaycısı, koruk şerbetini doğrusu çok güzel yapıyordu. Aslında

KUNDAK

 Bayraklı sahili, İzmir körfezi'nin en uç noktasıdır. Turan denen noktada, deniz hafif bir girinti ile koy yapıp, 100 metre kadar ilerisindeki birden yükselen dağlara komşu olur. Arada önce demiryolu, ondan epey bir yüksekte olan, dağlardan yontulmuş karayolu vardır. Bayraklı sahilinde dolaşırken, birden tepemde beliren bir gölge, ona eşlik eden ve yeri göğü titreten motor sesiyle irkilip olduğum yere sabitlendim. 200 metre kadar üzerimden geçip 500 metre ilerideki Turan sahil muhafaza botlarının demir attığı iskelenin sol tarafında denize doğru alçaldı. Bu, altına kırmızı renkli bir su tankı eklenmiş, yangın söndürme helikopteriydi. Daha önce de görmüştüm, ancak bu kadar yakından ilk kez görüyordum. Su tankını denize indirdi. Saniyeler içinde dolan tankı çekip hızla yükseldi ve dağlara doğru gitti. Nereye gittiğini görebilmek için,5 kilometrelik sahil bandını Alsancak'a doğru yürüdüm. 1 kilometre gittikten sonra, görüş alanım yeterince genişlemişti. Bulunduğum yerden, iki buçu

YA TUTARSA

Korkularınızla yatar, kaygılarınızla uyanırsınız. Hayallerinizle yatıp, ümitlerinizle uyandığınız da olur. Hangisi daha ağır basar, ya da sıktır bunu siz dahil kimse tam olarak bilemez. Bu ikisi, öylesine iç içe girmiştir ki, birbirinden ayırmak asla mümkün değildir. İnsan hayatının özeti, daha doğrusu kısa insan hayatının kısa özeti budur. Her ikisinin ortak noktası, onları yok edemeyeceğimiz gerçeğidir. Önemli olan, bunlardan birinin diğerine üstünlük kurup, bütün hayatımızı ele geçirmesine karşı durabilmektir. Zaten, bunların dışındaki zorbalar, hırs, haset, özel komplekslerimiz vs, vs bunların boş bıraktığı yerleri hemen doldurmakta, bunların tam karşısında duran,ve aslında mutluluğumuzun tek kaynağı olabileceklere alan bırakmamaktadır. Bazı insanlar, bunları aşmış olup, hak ettikleri deha seviyesine ulaşmıştır. Hayatım boyunca, en önde gelen iki korkum Şizofreni ve Alzheimer oldu. Ben onlardan korkarken, gerçek hastalığım olan kolitis ülseroza ile yeterince ilgilenemedim. Hiç gelm