Kayıtlar

Mayıs, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

23 MAYIS 1987 TODOR JİVKOV'UN BİR ÇİFTLİĞİ VAR

1981 yılının sonbaharında, Ege Üniversitesi Tıp fakültesi Dermatoloji kliniğinde ihtisasa başlamıştım. İlk nöbetimin sabahı, nöbetçi ekip ile birlikte sabah kahvaltısı yapıyorduk. Bir hemşire, bir hastabakıcı ile temizlik işleri görevlisi ve ben 4 kişiydik. Klinikte yeni olduğum için, her karşılaştığım personelle tanışma faslı yaşıyorduk. Bazılarına Bornova'dan da aşinaydım. Ekipteki personelden Mehmet efendi ve Ayşe hanım pek samimiydi. Dikkatimi çekti. Meğer evliymişler. Şerife hemşire hanım, çıtı pıtı, yeşil gözlü, sarı saçlı, son derece saygılı ve güler yüzlüydü. Hastalara karşı çok nazik ve sevecen davranıyordu. Kahvaltıyı da o hazırlamış, hastane ortamında nasıl becerdi ise, ekmekleri bile kızartmıştı. Davranışları, bana 20 yıl önce, Anadolu'da ablamın ebe-hemşire olarak görev yapmış olduğu köylerdeki misafir ağırlayan köylü kızlarını çağrıştırıyordu. Kendisine bunu anlattım. Nereli olduğunu sordum. Anadolu'dan bir şehir ismi duyacağımı düşünürken, Kırcaali doğumluyum

KIDEM SIRASI

Tam hatırlayamadığım, fakat kendi dışımda farkına vardığım ilk şey annemdi. Sonra Güneş geliyor. 1955 yılının yaz mevsimi, Bornova ovasındaki bahçemizde iken, gün batımından sonraki zifiri karanlık çöküşüyle, kafamı gökyüzüne kaldırdığım bir gün, tepemde, boşluğa asılı, Ramazan kandilleri gibi, ışıl ışıl parlayan yıldızları fark ettim. Ay çoktan batmıştı. Yoksa yıldızları bu kadar farklı göremezdim. Kendime ilk soruyu sordum. Bu yıldızlar boşlukta nasıl duruyordu. Sonraki zamanda, kendime soru sormayı bırakıp, çevremdeki herkese, her fırsatta, aklıma takılan her şeyi sordum. Konuşmayı bilmiyor, ama soru sormayı becerebiliyordum. Öylesine ki, kimse beni yanında taşımak istemiyordu. Önce babam pes etti. Sonra ablam ve diğerleri. Sorduğum sorulardan illallah getirmişlerdi. Sorularımın çoğu fizikle ilgiliydi. Kocaman gemilerin suyun üstünde nasıl batmadıklarını, trenlerin, otobüslerin nasıl çalıştığından, uçakların nasıl düşmediklerine kadar her gördüğüm şeyi merak ediyordum. Baktım ki sev

14 MAYIS NE GÜNÜ?

Doğan Güneş ile başlayan her gün kutsaldır. Her güne,  ayrı anlam yüklemeye hazır bir dünyada yaşıyoruz. 1960'lı yılların sonunda, mimarlık, mühendislik, eczacılık, diş hekimliği dalları, gelecek vadeden, ve fakat sermaye de gerektiren branşlar olarak varlıklı kesimin ilgisini çekiyordu. O yıllarda ülkemizin 5 üniversitesi vardı. Onlara ait fakültelerde, bu branşlar kısıtlı sayıda öğrenci alabiliyordu. Genel üniversite giriş sınavı, talebin çokluğu ile, tam bir sırat köprüsüydü. Çoğu kolej mezunu, elit tabaka çocukları bu sınavlarda başarı gösteremiyor, üniversite yüzüne de hasret kalıyordu. Sermayesiz üniversite mezunları, devlete kapılanıyor, ya da yurt dışına kaçıyordu. Özel yüksekokullar, 1968 yılından itibaren, bu boşluğu doldurmak için, Yakın Doğu Eczacılık ve Diş Hekimliği, Buca Mimarlık Mühendislik Akademisi vs isimleriyle, bir anda yerden mantar gibi bitirverdiler. Özel üniversite işi yürümedi. Bunlar devletleştirildi. Üniversite sınavını kazanamamış, bir sürü iyi aile çoc

ANADAN ÖKSÜZ BABADAN YETİM

1974 yılının sonbaharında, kış öncesi, sonbaharın son ılık günlerinde gece saat 11.50 civarında eve dönmekteydim. Tıp fakültesi son sınıftaydım. 25 bini  bulmayan nüfusu ile Bornova, 1 Nisan 1959 daki, ilçe statüsüne kavuşur kavuşmaz, yakalamış olduğu müthiş büyüme ivmesine rağmen, halen sessiz, sakin, bir yavaş şehir özelliğini kaybetmemişti. Şimdilerde, gençlerin tercih ettiği spor giyimin favorisi marka ayakkabıları ancak yabancı filmlerde görüyorduk. Kösele tabanlı klasik ayakkabılar, saltanatlarını sürdürüyordu. Bunlar ayak sağlığı için idealdi. Fakat topuk ve burunları kolay aşınıyordu. Çok da pahalıydılar. Eskimesini yavaşlatmak için burun ve topuklarına demir çaktırırdık. Yaz kış giyerdik. Ayakkabı boyasını, cilasına kadar kendim evde yapardım. Demir çaktırma işini 3 ayda bir,Bornova merkezindeki, pazaryeri yolunda, ara sokaktaki Kenan ustaya yaptırıyordum. Berberim gibi, o da benim için vazgeçilmezdi. Zamanla samimi olduk. Üç ayda bir, senede 4 kez, benim tabirimle, ayakkabıla

DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN

1940 doğumlu büyük ablam Candan, ülkemizin covid 19 a ilk kurbanını verdiği gün, 80 yaşını tamamladı. 9 çocuklu ailemizin ilki. 4 kız kardeşimden, bir tek o hayatta kaldı. O olmasaydı, 12 yaş küçüğüm Yavuz ve ben, diğer üç erkek kardeşimiz gibi toprak olmuş olacaktık. Ailemizin 9, hayatta kalanların 3 numarası Yavuz, varoluşunu tamamen Candan ablasına borçlu. 1962 yılının 22 Şubatında, Sivas'ın Suşehri ilçesine bağlı Ağvanis Nahiyesinin köylerinden; Karnus, Tümeker, Ürüskü, Yukarıbaru, Aşağıbaru köylerinin grup ebesi görevini yapmakta olan ablası yardımıyla, adı geçen köylerin sonuncusunda dünyaya gözlerini açmıştı. Ablam onun ebe annesiydi. 1967 yılının sonbaharında evleninceye kadar, onu hayatta tutmayı başardı. Sonrasında ben göz kulak olarak, Bornova merkezindeki minik evimizden, canlı çıkan ikinci isim olmasına katkı verdim. Kaderin bir cilvesi, ilk çocuğunun ebeside, kendi ebesi ile aynı ismi taşır. Candan Ebe, milenyumun ilk yılında, oğlunu, sığsu boğulmasına kurban verdikte