Kayıtlar

Mayıs, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YARALI 2 BAŞPARMAKLA RESİTAL VEREN PİYANİST: ŞENİZ DURU

70'li yılların sonunda, Almanya'dan döndükten sonra, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji dalında iki yıl çalışıp dermatoloji ihtisasına geçiş yaptım. Dermatoloji kliniğindeki ilk günlerimde, takibini yaptığım, yatarak tedavi gören hastaların birisi de vergi Hakimi Cavit Duru idi. O hafta sonu cumartesi nöbetimde, sabah vizitini bitirdikten sonra rahatsızlığı ile ilgili konuşmak istediğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettim. Dostluğumuz böyle başladı. Yatan hastalar için ziyaret saatleri her gün 13 - 14 arasındaydı. Bu ziyaretlerin birinde, iki küçük çocuk babalarını görmeye gelmişti. Onu ne çok özlemişler ki , süre bitiminde bile gitmek istemiyorlardı. O sırada kliniğe geçerken, hakim bey minik kızına; Şeniz, bak doktor amcan bir iki güne kadar çıkacağımı söyledi diyerek beni gösterdi. Şeniz ilkokula gidiyor ya da yeni başlayacaktı. Çok akıllı bir şeydi. Yüzüme sorar gibi baktı. Gülümseyerek evet dedim. Küçük çocuk pek bir şeyin farkında değildi. Oralarda koşuşturuyordu. Yı

ÖZÜRLÜ ŞAMPİYONLAR

80'li yılların başında dermatoloji ihtisası yaparken, üçer aylık iki rotasyonumuz vardı. Biri mikoloji yani mantar bilimi laboratuvarı. Bu mikrobiyoloji anabilim dalının bünyesinde idi. Diğeri dahiliye, yani iç hastalıkları. Mikoloji rotasyonunda, çok değerli hocam Profesör Dr Emel Tümbay ile çalıştık. Hocam aynı zamanda, İzmir Atatürk Yüzme Havuzunun rutin mantar muayenelerini volunter olarak yapıyordu.  Rotasyon sırasında, numune alma işlemi için havuza gidip gelirken havuz görevlileri ile samimi olduk. Havuzda spor yapma ihtimalim olup olmadığını sordum. Özürlüler takımı ile çalışabilirsin, hatta başlarında bir doktor olması harika olur dediler. Benim için de harika olur dedim. Her biri, kendi branşında şampiyon olan bu harika insanlarla böyle tanıştım. Bunlardan, bir ayağı çocuk felci olan, Birol Özgür soğuk demirciydi. 15 yıl önce emekli olduktan beri görmedim fakat iyi olduğu haberlerini alıyorum. Hüseyin koşar, kuduz aşısı kurbanıydı. Yıllarca ensefalit ile mücadele verip ni

SUSTALI ÇAKI

Sustalı bıçak yada sustalı çakı denilen kesici aleti daha çok Yeşilçam filmlerinde esas oğlana karşı mücadelede eden kötü adamların elinde görmeye alışıktık. Suç aleti kapsamındaydı ve taşıyanlar hapisle cezalandırılırdı. Ankara'daki mecburi hizmetimin ilk yılında, Dışkapı Deri ve Zührevi Hastalıklar hastanesinde görev yaparken, rutin muayenelere gelen  kadının biri çantasından düşürmüştü. Çoğu çantasında, kendisini korumak için, bu ve bunun gibi aletler bulundururdu. Kimse fark etmemiş, ben buldum, çekmeceye koydum. FMK toplantısında, komisyon üyesi bir komisere teslim edecektim. Alıp yakındaki bir karakola götürmeye cesaret edemedim. Çünkü taşımak suçtu. Şansıma, bir aramaya denk gelir, pirincin taşını ayıklamaya mecbur kalırdım. Hiç kimse sustalı bıçağım kayboldu diye idareye müracaat etmedi. Ben de iki gün sonraki komisyon toplantısında Abdullah komisere teslim ettim. Bana gülerek bununla yakalansan 3 ay hapis alırdın dedi. Ben de gülerek alacağım olsun dedim. Tam ertesi gün, a

OKULLAR AÇILIRKEN DUVAR KİTABEVİ

Hasip de Hüseyin gibi, ağzında gümüş kaşıkla doğmayanlardandı. Kaybettiği babasını sevgiyle anarken , yüzündeki mutluluk,  gözlerindeki parıltıdan gözlerime yansırdı. Her ikisi hayata erken başlayıp, erken sorumluluklar, alıp erken evliliklerle, erkenden erkek evlat babası olmuşlardı. Tanıştığımızda, Duvar Kitabevi onların ekmek teknesiydi. Pazar hariç haftanın 6 günü çalışıp, ancak geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Konak Deri ve zührevi hastalıklar dispanserinde çalışırken öğle tatillerinde misafirleri olurdum. Müşteriler kuyrukta olmazlardı. Bu da bizlere çay molası imkânını rahat rahat verirdi. Bir istisnası vardı, okulların açıldığı ilk 1 ay. Çeyrek asır önce, her okul yönetimi, o yılın kitaplarını o gün belirler, o gün ilan ederdi. Çoğu kadın, azı erkek veliler,  ellerinde çarşaf çarşaf listelerle, Kemeraltı'nda o kitapçı senin bu kitapçı benim fır dönerlerdi. Duvar Kitabevi için yılın tamamını kurtaracak bir fırsattı. Çünkü Duvar Kitabevi, velilere şöyle bir kolaylık da sunuyo

27 MAYIS 1949 İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ'NİN 7217 SAYILI RESMİ GAZETEDE İLANI

İlkokul 4. ve 5. sınıfı, 9 Eylül İlkokulu kütüphanesinde, kitaplık kolu görevi yaparak geçirdiğim 2 yıl boyunca, bütün hayatımın çatısı şekillendi. Ders saatleri dışında, gün doğumundan gün batımına kadar oradaydım. Orada okuduğum dergiler arasında bir tanesi özellikle çok dikkat çekiciydi. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden bahseden bir yazı içeriyordu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 10 Aralık 1948 tarihinde, 217 numaralı kararı ile tüm dünyaya, 30 maddelik, İnsan Hakları Evrensel Beyanname'sini ilan etmişti. Türkiye, bu beyannameyi, 6 Nisan 1949 tarihinde, 9119 numaralı bakanlar kurulu kararı ile kabul etmiş ve imzalamıştır. Karar, 27 Mayıs 1949 tarihinde 7217 sayılı resmi gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu 30 madde bugüne kadar, neredeyse bütün devletler tarafından kabul edilerek imzalanmıştır. İnsanlık tarihi boyunca düşünülmüş tüm ütopyaların sanki anayasasıdır. En bilinen ütopyalar, Thomas More, Francis Bacon, Aristo, Platon, Karl Marx ve daha binlerces

BİRİ ÇIKIP DA BANA ;

1987 yılının Ağustos ayında, Ankara'daki uzmanlık sonrası 2 yıllık mecburi hizmetim sona ermişti. 2 yıllık sürgün bitmişti. Uzmanlık diplomam üzerindeki ipotek kalkmıştı. 2 yıl süreyle bana yuva olmuş, Sıhhiye belediye hastanesindeki, içinde minyatür bir banyo tuvaleti olan odamda son gecemi geçirdim. Aslında İzmir'e gece yolculuğu yapabilirdim. Fakat 2 yıl süreyle hep gece yolculuğu yapmış, 600 kilometrelik bu yolu gündüz gözüyle hiç görmemiştim. Sabah, bir valizi ancak dolduran özel eşyalarımı alıp, odama, Sıhhiye Belediye Hastanesi' ne, Ankara'ya veda ettim. 2 yıllık bu zorlu süreç beni ruhen çok yormuştu. Sabah 8 İzmir otobüsüne yetiştim. Önümde 9 saatlik bir yolculuk vardı. Her kilometresini doya doya algıladığım ve olağanüstü Anadolu ve Ege manzaralarını beynime nakşettiğim bir yaz gündüzü rüyası olarak hafızama kaydettim. Nedendir bilinmez, o gün nadir mutlu günlerimden biriydi. Bugünden 32 yıl önce, o gün, tam 37 yaşındayken, biri çıkıp da bana ; bundan daha mu

MESLEK SEÇİMİ

27 Mayıs 1960 Cuma sabahı, sokağa çıkma yasağından habersiz, okul yolunda, kahraman askerlerimizden biri tarafından ağzımın burnumun kırılması ile hayalimdeki subay olma kararımdan sonsuza kadar vazgeçmiştim. Ama asıl ilginç olanı, bir gün sonra ne yapacağıma karar verme yani planlama yapma isteğimin kaybolmasıydı . Henüz 9 yaşını bitirmeden, o gün farkında olmadığım, fakat bugün bilincine vardığım, her günü birbirinden tamamen bağımsız, güneşin bana getirdiği ile yaşayacak, onun batışıyla o günkü bilançoyu kapayacaktım. Bu, strateji denen şeyi tamamen devre dışı bırakıyordu. Bu, belki de başıma gelen bunca belayı tam olarak açıklayan altın şifreydi. Genelde pasif,yerelde agresif olmak gibi bir şey. Yörüngemde çıkanı, alnımda yazan olarak kabul etmek. Geri vitesi olmayan bir mekanizma için çok tehlikeli ve sürprizli bir yaşam düzeni. Anne ve baba modelsiz, akrabalardan hiçbirini örnek almadan komşu ve arkadaşlardan hiç esinlenmeden ve kimseye hiç danışmadan, karşıma çıkanla hesaplaşıp,

27 KASIM 1987 BORNOVA İZMİR ALZHEİMER

Çevremizde, bazı yaşlıları ellerinde çarşaf çarşaf gazeteler ve bir kalemle bulmaca çözmeye çabalarken görüyoruz. Karınca kaderince Alzheimer'e karşı önlem alıyorlar. Çünkü doktorlar öyle demiş. Gerçi, gazetedeki o bulmaca yapan kişi, belirli şablonlara göre düzenleme yapıyor. Bir harfin okunuşu, bir nota, falanca elementin simgesi gibi belirli sınırlar içinde gidip gelen bulmacalar. Hiç yoktan iyidir. Dünyada 30 milyon civarında teşhis konmuş Alzheimer hastası var. Bunun 300 bini Türkiye'de. 80 - 90 yaşındaki her 2 insandan biri bu hastalıktan muzdarip. Tabii bir gün buna da çare bulunacak. İleri yaşlara ulaştıkça, dünya yaş ortalaması 20 civarında olduğu çağlarda hiç bilinmemiş olan birçok hastalıkla tanışacağız. Bu hastalıkla ilgili tıbbi bilgilere girmeyeceğim, lakin bu hastalığın tam karşısında, fikrimce ALS hastalığı duruyor. Orada beynini dinlemeyen bir vücut var iken, Alzheimer'de komuta edemeyen bir beyin var. İlgilenen herkes bu bilgilere ulaşabilir. 30 yıl önce h

13 AĞUSTOS 1961 BERLİN DUVARI

İlkokul 5. Sınıfa gidiyordum, havalar soğumuş ovadaki bahçemizden Bornova merkezdeki evimize taşınmıştık. Ege Üniversitesi Tekstil Fakültesi arkasındaki bugün Mevlana Mahallesi denilen semtte, elimizde kalan son zeytinlik vasfındaki, 5 dönüm civarında, 13 ağaçlı arazimize zeytin toplamaya gidiyorduk. Sivas'ta ebe hemşire görevini sürdüren ablam, 9. kardeşimize hamile annem ve küçük kız kardeşimi de yanına alarak görevine dönmüştü. Babam ve küçük ablam ile beraber zeytin işi için, ancak hafta sonları vakit ayırabiliyorduk. Zeytinliğimizin  batı tarafındaki komşumuz, yaz kış devamlı bahçelerinde kalıyordu. Yani bizim gibi sadece zeytin zamanı gelip gitmiyordu. Arazileri oldukça büyüktü. 30 dönüm kadar vardı. Bornova ovasının sonu  başlıklı yazımda anlattığım gibi, çiftçiler susuzluk ile başbaşa idi. Bütün aile çalışıp didiniyor, buna rağmen kıt kanaat geçiniyordu. Çocukları için çiftçilikte bir gelecek göremiyorlardı. Babamla eskiden beri tanışyorlardı. Kasım ayının son haftası, sank

EYLÜL 1961 HİLAL İLKOKULU BORNOVA İZMİR ÖZEL SINIF

Eski Okulu'nda 3. Sınıfa değil de özel sınıfa kabul edilen küçük ablam için yapılması gereken şey yapılmamıştı. Okumayı, yazmayı iyi kötü beceriyordu. Akranları ilkokula bitirmişti. Okula devam etmesinde ısrar edilmesini, ben hiçbir zaman anlayamadım. Aslında orta yerde ısrar eden biri yoktu. Herkesin yaşadığı ilgisizliği o da yaşıyor, süreç otomatik pilot misali devam ediyordu. Özel sınıfın ne olduğunu merak edip, bir gün, öğretmenimden izin alarak misafir öğrenci sıfatıyla derslerine katıldım. 100 kişiye yaklaşan bir sınıftı. Bornova'daki diğer üç ilkokulun gelişim geriliği gösteren çocuklarının bir kısmı da bu sınıfta toplanmıştı. Çoğu da yurtluydu. Hatta, benim tembeller sırasında birlikte oturduğum arkadaşlarımın bir kısmı buradaydı. Hemen onların yanına oturdum. Sınıfın tamamı yıllanmış öğrencilerdi. Küçük ablamın bu durumda olması içimi burkmuştu. Bir daha gitmedim. Küçük ablamın IQ'su düşüktü. Benden küçük olan kız kardeşim bu tür durumları yaşamadı. Ablam, onu kend

AĞUSTOS 1961 BORNOVA OVASI İZMİR. RADYO

Radyonun mucidi Marconidir. Ancak genel görüş, radyonun tek başına bir dahinin eseri değil, Marconi, Maxwell, Hertz, Tesla, Lodge ve Popov'un katkıları ile ortaya çıktığıdır. Radyoyu, ilk defa, okul yolumun üzerindeki kahvehanede gördüm. 1957 yılının sonbaharıydı. Kapının üzerine eklenmiş bir hoparlör sesi dışarı veriyordu. Bir maç nakliydi. Halit Kıvanç anlatıyordu. Maçın çok heyecanlı  geçtiği, dışarıda toplanan kalabalıktan belliydi. Ses arada bir gidiyor, geliyordu. Çok cızırtılıydı. Buna parazit deniyordu. Ahşap kasasına vurulunca parazit kaybolabiliyordu. Yani radyo arada bir tokatlanıyordu. Bütün Bornova'da, Levantenler hariç tutulursa, radyosu olan evler, herhalde birkaç yüzü geçmezdi. Radyo elektrikle çalıştığı için, sadece elektriği olanlar radyo sahibi olabiliyordu. 2010 lu yılların başlarında, apartmana dönüştürüldüğü vakte kadar Bornova merkezdeki evimize elektrik alınmadı. Yani radyoyu istesek de alamazdık. Radyosu olan evler dışarıdan da belli oluyordu. Çünkü çat

AĞUSTOS SONU 1961 BORNOVA OVASI

8. kardeşim minik Ramazan'ın 19 günlük dünya ziyaretinin acısı yavaş yavaş küllenirken, ilkokul 4. sınıftaki günlerim, başarılı bir şekilde geçti. Havalar ısındı. Bornova ovasındaki bahçemize taşındık. Karneler alındı 5. Sınıfa geçtim. Ovadaki rutin işleri yürütmeye alışmıştım. Temmuzda ,daha önce bahsettiğim referandum geldi geçti. Ağustos sonuna doğru bir gün sabah hoş bir sürpriz oldu. Ablam, okulu bitirip, ebe hemşire olarak görev yapmış olduğu Sivas'ın köylerinden senelik izne gelmişti. Ablama ve küçük ablama 10 aydır hasretik. Ailede ilk kez vuslat heyecanı yaşandı. Sadece 19 gün yaşayan kardeşimden bahsetmemeye özen gösterildi. Ablam 20 gün kalacak, belki de bizi fuara götürecekti. Küçük ablam ilkokul 2. sınıfı geçmişti. Keşke ablamın yanında köy okulunda devam etseydi. Ebe hemşire olan ablam ertesi gün annemle olan özel diyaloğu sonrasında, çocukları bağ evinden dışarı çıkarıp annemi muayene etmişti. Annemin 9. kardeşimize hamile olduğunu söyledi. Ertesi yıl şubat sonun

11 MAYIS PAZAR 1986 ANNELER GÜNÜ

Tek kelimelik bir şiir yazılmış olsa, "Annem" olarak ifadesini bulurdu. 1983 yılı sonbaharında, Bornova Yeni Camii ikindi vakti, babaannem musalla taşında son saltanatını yeşil örtülü tabutunun içinde sürerken, babam bir köşede boynu bükük, gözleri nemli, acısı ile başbaşa. Baba ayrı, erkek ve kız kardeşi, her ikisi birlikte babamdan uzak bir köşede aynı üzüntüyü yaşıyorlardı. Ben babama yönelip, yanındaki banka oturdum. Bu pek konuşmayan adam, ancak duyabileceğim bir tonda, "annem de öldü. Bu dünyada hiç kimsem kalmadı." diye fısıldadı. Sanki biz orada değildik. Ocak 2000 yılında annemi kaybettiğim de ben de aynı ruh halini yaşadım ve onun o günkü halini hatırladım. Annesi hayatta olanlar, nasıl bir hazineyi henüz kaybetmediklerini unutmayıp, sonradan pişmanlık ve vicdan azabı yaşayacakları davranışlardan uzak dursunlar. İkinci Cihan harbinden sonra, Almanya ve Fransa, bir daha savaşmama niyetlerini ortaya koyarak, birbirinin ürettikleri, savaşın ana malzemelerinde

8 MAYIS 2019 BAYRAKLI İZMİR. 100 MİLYAR NÖRON

İnsan beyninde yaklaşık 100 milyar nöron var. Bunlar dijital sistem esası ile çalışıyor. Elektrik devresi gibi. Yani sıfır ve bir. Herbirini, bir sinyal olarak düşünecek olursak, 2 üzeri 100 milyar gibi bir rakam çıkıyor ki, bu deli bir rakam. Tüm evrendeki atomların toplamından binlerce misli fazla bir sayıyı ifade ediyor. İnsan evrenin yanında bir hiç iken, Evren dijital manada, insan beyninin yanında bir hiç. Ancak bunun verimli kullanılabilmesi konusu, şu an için bir muamma. Bir de şu var; nöronlar ışık hızında çalışıyor. İnsan beyni vücudunun tam bir diktatörü. Oksijenin büyük kısmını o kullanıyor aynı glikozu kullandığı gibi. Tabii, her şeyin biyolojik olarak yolunda gitmesi için sağlıklı bir dolaşım sistemi şart. Bu yüzden, beynin en iyi çalıştığı zaman dilimi, düzenli efor sarf edilen anlardır. Kısacası, insan elinden çıkan her sorun, beyin tarafından muhakkak çözüme ulaştırılır. Beynin en yüce işlemi düşünmek ve yine düşünmektir. Beyin düşünce gücüyle fikirler, projeler üretir

10 AĞUSTOS PERŞEMBE 2000 ÇEŞMEALTI İZMİR SIĞ SU BOĞULMASI

Alper Çizgenakat. Çeşme'ye yolu düşenler bu ismi daha çok Devlet Hastanesi'nin ismine bitişik olarak duymuşlardır. 1990'lı yılların başlarında, Alper'in ailesi, yazlıklarının yüzme havuzunda nefes antrenmanı yaparken, suyun dibinde ölü  olarak buldukları, biricik evlatlarının anısını yaşatmak ve o gün bir hastane olsaydı, kurtulabileceğini düşündükleri evlatlarından sonra, bu tür acılar yaşanmaması için, çok değerli arsalarını, Devlet Hastanesi  yapımı için bağışlamışlardır. İzmirliler, bunaltıcı yaz sıcaklarında,buldukları her fırsatı değerlendirip, uzak ya da yakın plajlara akın edip,  serinlemeye çalışırlar. Çeşmealtı da bunlardan bir tanesidir. 10 Ağustos 2000 Perşembe günü kolit hastalığım ağırlaşmıştı. Devamlı ishal, kanama, elektrolit kaybı neticesi 60 kiloya kadar inmiştim. İşe zor gidiyor, hasta muayenelerini bile güçlükle yapabiliyordum. Hastalığımı göz önüne alarak, izne çıkmıyor, rapor almama prensibimi bozmamak için yedekte tutuyordum. Devlet memurları yıl

7 MAYIS 2019 SOĞUKKUYU KARŞIYAKA İZMİR TUNCER'İ UĞURLARKEN

1946 doğumlu, Tuncer Hasan Bakioğlu son birkaç aydır ecelle vermiş olduğu amansız mücadelesini bu sabaha karşı kaybetti. Herkes, yıllardır şeker hastalığı ile verdiği savaşına odaklanmışken, araya giren karaciğer koması, ters köşe ile onu aramızdan aldı. Her ölüm erkendir. Bu da onlardan biri. Tuncer ile birbirimizi 45 yıldır tanırız. Kederli eşi Saadet ile tanışıklığımız daha da eskidir. 10 Nisan 1971 tarihinde , eşimle aile arasında yapmış olduğumuz nişanda tanışmıştık. Nişanlımın halası rahmetli Nimet Hanım'ın büyük kızıydı. O da bizler gibi üniversitede öğrenciydi. Biz 3 yıllık nişanlıyken, onlar yeni nişanlıydı. Bornova o zamanlar küçük bir yer. Ne kadar genç ve mutluydular. Büyüğü, oğlumla akran 2 pırlanta gibi çocuk yetiştirdiler. Cenaze, Bornova merkezdeki büyük camiden kaldırılacaktı. Son dakikada yetişebildim. Tabutun başındaki büyük oğlu Levent perişandı. Başsağlığı dileğimden sonra annesini sordum. Bir taraftan yağmur yağdığı için caminin sundurmaları insanlardan Bir yu

5 MAYIS 2019 MONTRÖ - LOZAN ARASI İZMİR İ.A.L PİLAV GÜNÜ

20 yıl önce, ülseratif kolit hastalığımın peak yapması ile vakıf çalışmalarından ayrılmak zorunda kaldığım günden beri ilk kez, yarım Asır önce mezun olduğum Atatürk Lisesi'nin pilav gününe katıldım. Erkenden gidip okulun her karışını ve müzeyi şöyle bir dolaştım. Çok kalabalıktı. Ana bina zemin kattaki lise 1 , 2 , 3 sınıflarımı ziyaret edip, bir mabette yerini almış mürit gibi yarım asır önce oturduğum yerlere bir kez daha oturdum. Tabii sıralar iki değil tek kişilik olmuş. Derken, binlerce kişinin içinde vakıfta da birlikte çalışmış olduğum Ahmet Gürel kardeşimle tokuştuk. Tören konferans salonunda yapılacaktı. Çeyrek Asır önce bu salonun düzenlemesini ve koltukların yerleştirilmesini yönetip, daha sonra da koltuklara, yüksek bir meblağ ile, isim yazdırarak, verilecek burslar için büyük bir kaynak sağlayan Necdet Özbelge ağabeyimizi rahmetle andık. O günlerde, Konferans Salonuna, 1888 yılında açılan okulun ilk müdürü olan , Abdurrahman Bey'in adının verilmesi konusunda konse

6 MAYIS 1972 ÜNİVERSİTE TAVLASI

Üniversite tavlası en az 4 kişiyle oynanan bir oyun. Yan yana yerleştirilmiş sehpa ya da masa üzerindeki tavlalarda oynanır. Tavla oynamayı hiç bilmezdim. Tıp fakültesi 2. Sınıftayken 2351 numaralı sınıf arkadaşım Ertuğrul Özer tavla oyununu çok sever ve çok da iyi oynardı. 2350 numaralı öğrenci olan ben ise tavlayı bilmez ve ilgi de duymazdım. Numaralarımız yan yana olduğu için bütün derslere, teorik olsun, pratik olsun aynı zamanda girdiğimizden boş zamanlarımız da birlikte geçiyordu. O boş zamanlarda kahvede kendisine bir tavla arkadaşı lazımdı. Levent Ünsal kardeşimin de bildiği gibi, ben blum oyununu daha çok seviyordum. Ertuğrul da blum oyununda çok zayıftı. Ne zevk alıyordu ne zevk veriyordu. Ertuğrul Atatürk Lisesi'nden okul arkadaşımdı. Bütün Atatürk Liseliler gibi her konuyu pratikten çözme konusunda uzmandı. Sana tavla oynamayı öğreteceğim diye tutturdu. Bilen iyi bilir, ilk başlayan kapıları saymadan oynayamaz. Vazgeçsin diye, acemiliğimi abartarak ve sayıları da geveze

3 MAYIS 2019 GÜZELBAHÇE İZMİR RADYO KARAVAN

Bugün, yaş haddinden emekliye ayrıldığım Radyo Karavan'a saat 10.30 civarında misafir oldum. Geçmişten tıngırtılar programına katıldığım günlere nostalji bağlantısı mucibince, Üçkuyular'dan Güzelbahçe'deki Radyo karavan evi Ayça Şen ve Tony'ye kadar yürüdüm. Askeri bölgedeki 3 kilometrelik kısım yine kaldırımsız ve yine çok tehlikeliydi. Benim yaşımdaki ve son olarak da her iki gözünde %50 katarakt tespit edilen bir kişi için daha da riskliydi. Yağışların çok iyi gittiği bu yıl, İzmir hakikaten görmelere değer. İzmir'in dağları yeşilin her tonuyla olağanüstü bir halı dokumuş. İstanbul'dan İzmir'e göçenler hiç de haksız değil. Şu izmir nasıl bir yer? Radyo karavana ulaştığımda, radyonun başkanı Ayça Drossa ve ikinci başkanı Tony ve misafirleri Mehmet Bey sabah programının son düzlüğündeydi. Radyo Karavan'da birlikte program yaptığımız konuk arkadaşların hepsiyle çok kolay kaynaşıyor duk. Mehmet Bey ile de öyle oldu. Gözlerinde güneş gözlüğü vardı. Göz tem

1 MAYIS 1977 TAKSİM İSTANBUL

Bundan tam 42 yıl önce, Batı Almanya'nın Freiburg kentindeyiz. Akşam olmuş. Kadındoğum uzmanlığından emekli, arkadaşım Dr. Ertuğrul Özer ile, Staufen köyüne gitmek üzere istasyonun yolunu tuttuk. Bu köydeki Goethe Enstitüsünde, Almancaya başlangıç kursuna devam ediyoruz. Sıfır Almanca ile ihtisasa başvuramayız. 2 aylık kursun ilk 1 ayı geçmişti. İstasyon yolu üzerindeki Türk kahvesinde bir çay içelim dedik. Orada televizyonlar renkli. ARD kanalından geçen altyazı ile ikimizin de bakışları televizyona kitlendi. Önce inanamadık. Oradaki Türkler de bizim anladığımızı onayladı. İstanbul'daki 1 Mayıs etkinliklerinde, Taksim'de 34 kişi hayatını kaybetmişti. 100'ün üzerinde yaralı vardı. Büyük bir üzüntü içinde tren yolculuğumuzu tamamlayıp, yarım saat sonra pansiyoner olarak kaldığımız evlerde yatağımıza çekilmiştik. Ertesi gün, Almanya'da da çıkan bazı Türk gazetelerinde olayla ilgili ayrıntıları okuduk. 5 kişi vurularak öldürülmüş diğer 29 kişi izdihamda ezilerek can ve