Kayıtlar

Temmuz, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İNSÜLİN

14 Kasım dünya diyabet günü olarak takvimdeki yerini almıştır. Herkes Mersin'e giderken ben tersine gidemem tabii. Ancak, yine de aklıma gelen bir şeyi paylaşmak istiyorum. Tam 99 yıl önce bugün Kanadalı bilim adamları insülini keşfetti. Diyabetikler için bir milat sayılır. Branşım dışında bir konu olmasına rağmen, bütün hastalıkları direkt olarak ilgilendirdiğinden, hele ki, branşımdaki hastalıkları en çok ilgilendiren konu olduğundan, her  muayene ettiğim hastaya, öncelikle şeker hastalığınız var mı diye sorardım. Türkiye'de 10, dünyada 500 milyondan fazla diyabet hastası var. Seneye, insülin keşfinin üzerinden 100 yıl geçmiş olacak. Sesini duyurmasını, iyi bilen biri değilim. Hatta, hiç bilmeyen biri olduğuma inanıyorum. Eğer yapabilseydim, 27 temmuz 2021 in dünya diyabet bayramı olarak ilan edilmesini önermek isterdim. Gönül neler ister neler.

3 KUTU C20H24N2O2

1949 yılının Kasım ayında, Bornova Yenimahalle Çevik sokak 16 numarada sıradan bir gün başlamıştı. Eşini işine uğurlayan 25 yaşındaki genç kadın, 9 Eylül ilkokulu 3. sınıfına devam eden ilk çocuğunu okula gönderdikten sonra 2 aylık kızını kucağına alıp emzirdi. Lohusalıktan kalkalı 2 hafta olmamıştı. Bu bebek onun 4. çocuğuydu. Ondan bir yıl önce, tüm dünyaya getirdiği çocuklarının en güzeli, 3. çocuğunu kaybetmişti. Aslında, 2. çocuğunu kaybettikten sonra, yapmış olduğu yedi doğum  ve bir düzine abortustan oluşan annelik kariyerini sonlandırmak istemişti. Yani hamileliklerinin ne üçüncüsünü, ne 20.si ve sonuncusunu yani hiç birisini istememişti. Oturduğu yerden kalktı, sol kolundaki çocuğunu göğsüne bastırdı. Bu evde yaşadığı kahır dolu, yıllarına ekleyeceği yeni bir gün başlamıştı. Altın sarısı saçları omuzuna düşer ama omuzunu geçmezdi. Saçlarını kendi kesiyordu. Saçlarının boyunu ezberlemişti, el yordamıyla birkaç ayda bir kısaltıp, düzeltiyor aynı boya getiriyordu. Sağ elini bir t

MERHUMU NASIL BİLİRSİNİZ?

İnsanları nasıl tanıyoruz? Daha doğrusu, insanları tanıyor muyuz? Bırakalım insanları, kendimizi tanıyor muyuz? Bu sorulara evet yanıtı verebilmiş olsaydık, büyük usta Sokrates, kendini tanı komutunu vermezdi. Ne insan insanı, ne de insan kendini tam olarak tanıdığını iddia edemez. İyi misin? Kötü müsün? Cesur musun? Korkak mısın? Zalim misin? Mazlum musun? Ak mısın? Kara mısın? vs vs vs... Bu sorular zincirinin, sonsuza kadar uzatılabileceği açık ve net. Ancak verilecek cevap müphem ve tartışmalı. Çünkü cevap bilinmiyor. Çünkü konunun öznesi tanınmıyor. Hadi yahu diyenleri, sanki uzaktan duyuyorum. Belki, yüzüme de söyleyen çok olur. Ama bu iddiayı ben, kendi üzerimden yapıyorum. Elimdeki malzeme sizinki ile aynı. Bu gezegenden, öylesine büyük zekalar gelip geçmiş ki, hayal bile etmekte zorlanırız. Bu soruyu onlara sorsak, onlar bile kesin bir cevap veremezdi. Zaten, verdiklerine dair miras kalmış bir kanıt yok. Kendini bile, tam olarak tanıyamamış olanın, bir başkasını tanıyor olması

SUÇ VE CEZA

Bir başına yaşayan bir insan için ne suç vardır ne de ceza. Ama, bireysel yaşama lüksüne sahip olamayan insan, her istediğini yapma özgürlüğünden de yoksundur. Er ya da geç özgürlüğünün sınırları bir başkasınınkiyle kesişir ve sorun başlar. Hiç kimse, suç ve ceza konusunda kesin bir mutabakat içinde olamaz. Mantık 1 değil. İnsan adedince özel mantık var. Sağduyu özel ve güzel bir istisna alanı oluştursa da, genel mantık diye bir şey mümkün olamazdı. O zaman, kurallar konuldu. Bu kuralları uygulamak için, güç de gerekiyordu. Sonuçta kuralları güçlüler koydu. Bunu yaparken, bunların uzun yaşamalarını garanti edecek şekilde kısmen de olsa hakkaniyeti korudular. Bu şekilde kanunların ana prensipleri ortaya çıktı. İnsan hayatı tek yönlü değil, bu çok yönlü yaşama paralel olarak, kurallar da çok çeşitli. Her şey gibi, bunlar da zaman içinde eskiyor ve güncellenmesi zorunlu. İnsanlar bunu hep yapmıştır. Kaçınılmaz olarak yapmaya da devam edecekler. Tüm kuralların içinde en çok tartışılan suç