27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

3. Sınıfta, sınavların test usulü yapılması ile parlak bir öğrenim yılını tamamlamak üzereydim. Ayrıca Tahrir denen bir dersimiz vardı. Kompozisyon anlamına geliyordu.  Sınıf öğretmenimiz, büyüyünce ne olacağımız konusunda yazı yazmamızı istemişti. Herkes, sırayla ne olacağını yazacak ve okuyacaktı. Kendimi hatırladığımdan beri, subay olmak istiyordum. Babam, annemin dedesi kolağası Abdullah Bey asker, Dedem Ömer Balkan şehitiydi. Nasıl subay olacağımı, hangi okullara gidip hangi rütbeleri  alacağımı, her rütbede kaç yıl hizmet verip Mareşallığa yükseleceğimi en ince ayrıntısına kadar yazmıştım. Çok beğenildi. O kadar ki, okul salonundaki panoya asıldı. Bir gün, dersteyken kapı çalındı. Bir yüzbaşı öğretmenimizle konuşmak istedi. Çocuğu O yıl birinci sınıfa başlamış. Öğretmenimizle bir şeyler konuştu. Öğretmen bana kompozisyonda yazdığımı sözlü olarak anlatmamı istedi. Ezbere bildiğim şeyleri kolay anlata biliyordum. Teklemeden anlattım. Çok beğendi. Ama bir konuyu düzeltmek istiyordu. Yüzüne bakınca, Mareşal olamayacağımı söyledi. Olacağım dedim. Olamazsın, çünkü meydan savaşı kazanman gerekir dedi. Çok kararlı bir sesle kazanırım dedim. Kiminle savaşacaksın diye sordu. Ermenilerle, Sırplarla, Bulgarlarla,Yunanlılarla, Ruslar ve İngilizlerle diye sıraladım. Gülüştüler. Havalar ısınır ısınmaz, Bornova merkezdeki küçük eski evimizden, ovadaki bahçemize taşınırdık. Haziran ortalarına, yani okul kapanıncaya kadar, okula bahçemizden yaklaşık 5 kilometre yürüyerek eğitimimize devam ederdik. Ovadaki yaşam birbirine çok benzerdi. Bahçende ürettiklerini hasat eder, Bornova'daki kabzımal hanlarında satardın. Hiçbir bahçede elektrik yoktu. Radyoda yoktu. Haberleri eskimiş gazetelerden ya da kulaktan dolma sistemi ile öğrenirdik. Mayısın son cuma günü, bahçeden okula giderken herhangi bir olağandışı durumla karşılaşmadım. Sabahın o saatlerinde sokaklar tenha olurdu. O gün de öyleydi. Okul yolunda karakol vardı. Karakurum sokağın sonundaydı. O sokağa girdiğimde, birden belime yediğim bir darbe ile yere yıkıldım. Yerdeyken birkaç tekme daha yedim. Dudağıma isabet eden bir postal darbesi ile üst dudağım patladı. Dudağımdan fışkıran kanı gördüm. Toz toprak içinde yerden kalkmaya çalışırken, çok güçlü bir el kulağıma yapıştı ve beni sürükleye sürükleye karakola götürdü. Canım çok yanıyordu. Korkudan titriyordum. Beni sürükleyen bir onbaşıydı. Merdivenlerden üst kata çıkardı. Karakolda hiç polis olmaması dikkatimi çekmişti. Masanın birinde, kıdemli bir astsubay oturuyordu. Önlüğüm ve beyaz yakam, yüzüm gibi kana bulanmıştı. Onbaşı, beni astsubayın oturduğu masanın önünde yere bıraktı. Boş bir çuval gibi yere yapıştım. Astsubay niye sokağa çıktın ulan diye gürledi. Okula gidiyordum dedim. Okul falan yok, sokağa çıkma yasağı var bilmiyor musun diye sordu. Onbaşı nezarethanedeki bir adamı ite kaka getirdi. Benim yanıma dikti. Allah'ın oğlu astsubay aynı soruyu ona da sordu. Adamı ovadan tanıyordum. O da benim gibi çiftçiydi. O da dayak yemişti. Korku içinde bilmiyoruz efendim. Nereden bileceğim, biz buraya bir kaç kilometre uzakta, ovada oturuyoruz. Bu çocuk da çiftçidir. Biz haberleri Bornova'ya geldiğimizde eşten dosttan ya da gazetelerden öğreniriz diye ekledi. Astsubay şöyle bir düşündü, taşındı, kaşındı. Dua edin bugün iyi bir günümdeyim. Defolun gidin 2. bir emirden önce sokağa çıkmayın talimatını verdi. Adam beni aldı dışarı çıktık. Hızlı bir şekilde Ovaya yöneldik. Yolda gördüklerimizi geri çevirdik. Herkes birbirine haber versin diye uyardık. İhtilal olmuştu. Sokağa çıkma yasağı vardı. Dükkanlar, okullar, fırınlar, camiler, kabzımal hanları, her yer kapalıydı. 30 Mayıs Pazartesi günü okula gittik. 2 hafta daha derslere devam ettik. Ders saatlerinde bizi Bornova'nın ortasındaki Hamdi Bekir sinemasına götürüp, orada devamlı olarak askerleri, subayları, tutuklanmış elleri kelepçeli sivil yöneticileri gösteren siyah beyaz filmleri defalarca seyrettirdiler. Sinemada subaylar da oluyordu. Filmde, subaylar gösterildiğinde alkışlamamız tembih edilmişti. Herkes alkışlıyordu.  Ben hiç alkışlamadım. Öğretmenimiz bir ara beni yanına çağırdı. Oğlum sen askerleri ve subayları ne çok seversin unuttun mu dedi. Bak burada subaylar var, alkışlamadığını fark ederlerse başımız derde girer diye ekledi. Öğretmenim burada konuşamam, okula dönünce konuşuruz olur mu diye sordum. Merak etti ama üstelemedi. Ertesi gün sabah film izlemeye gitmeden önce öğretmenimin yanına gittim. Onu alıp salondaki panonun önüne götürdüm. Orada iliştirilmiş kağıtların içinde benim subay olma hikayem de vardı. Alabilir miyim diye sordum. Onay alınca oradan çıkarıp, öğretmenimin şaşkın bakışları altında yırtıp parçaladım. Öğretmenim çok şaşırmıştı. Benim subay olma aşkıyla yanıp tutuştuğumu biliyordu. 27 Mayıs sabahı başıma gelenleri kısaca anlattım. İnanamadığını görünce, patlamış üst dudağımdaki morluğu ve postal darbelerinin vücudumda oluşturduğu diğer ekimozları gösterdim. Çok üzüldü. Gözleri doldu. 27 Mayıs 1960 Cuma günü henüz 9 yaşındayken, artık büyüdüğümde ne olacağımı bilmiyordum. Fakat ne olmak istemediğimi kesinlikle biliyordum.

Yorumlar

  1. 80 darbesinde anneannemi tutukladılar, zavallı ineğini sağmış, sütünü satmış, eve girmiş, askerler önce evi talan edip sonra onu götürmüşler. Güler misin? Ağlar mısın?

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Gönül, anneanneniz sağ ise sevgi ve selamlarımı sunuyorum. 1960 darbesinde yaşadığım travma, içimde dünmüş gibi canlıdır. Hayatımın kâbus sayfalarından biridir. Güler misin ağlar mısın diyorsunuz. Ağlarım ağlarım ağlarım. Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Darbelere yaşım gereği yaşamadım. 30larımdayım. Babam anlatırdı. Babamla yaşıtsınız. Ne büyük zorluklarmış. 80 darbesinde o da gazeteciydi. Neyi haber yapsan üstüne yapışır, muhakkak birileri taraf olarak görürdü, derdi. Bazı sokaklar sağcıların bazı sokaklar solcuların alanıdır, parola sorar gibi neci olduğunu sorarlar, ona göre yolu açarlardı, derdi. Tabi onun anlattığı İstanbul'un 80leri... Yaşam bu topraklarda çok hoyrat, çok acımasız. Yaşamayı da yaşatmayı da beceremiyoruz.

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Gökhan, yaşam sürecinin en verimli çağındasın. Dilerim darbe ortamını yaşayarak öğrenmezsin. Darbeler, ulusların tarihindeki Kara lekelerdir. Onları hiç bir gayret aklayamaz. Ülkelerin geri vitesidir. Amerikan orijinlidir. Akranım olan babanıza saygılar sunuyorum. Gözlerinden öperim. Sevgiler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS