12 MART 1971

1492 yılında Kristof Kolomb tarafından keşfedilen Amerika kıtası bir asır geçmeden İspanya Portekiz ve ingiltere'nin sömürgesi oldu. Sömürgeciliğin ne kadar karlı bir iş olduğuna geç uyanan Fransa son anda Kanada'ya çengel atsada, İngiltere'ye yenilip, kısmetini daha çok Afrika'da aramaya başladı. Almanya bu yarışa hiç katılamadı. Ve gözünü daha çok hasta adam Osmanlının topraklarına dikti. Petrol olan bu topraklarda İngiltere'nin de gözü vardı. Nereden bakılırsa bakılsın Osmanlı'yı iyi günler beklemiyordu. İngiltere önceleri, diğer sömürgelerinde yaptığı gibi, buraları bir açık hava cezaevi gibi düşünüp, ülkesindeki hapishaneleri boşaltarak oralara nakil etmişti. Özgürlüğüne kavuşan bu aykırı insan toplulukları, büyük bir hırsla hayata tutunup zengin olmuşlar, İngiltere'de onlardan aldığı vergi ile ihya olmuştu. Amerika'daki, İngiliz kolonileri, zaman içinde güçlenmiş, İngiltere imparatorluğu'na, vergi adı altında vermiş oldukları haracı, vermek istemez olmuşlardı. Bu sömürgelerin güneyindeki, İspanya ve Portekiz sömürgelerinde durum tam tersineydi. Buradaki sömürgeler, bu iki ülke tarafından soyulup soğana çevrilmiş, bütün varlıkları Avrupa'daki bu iki devlete deniz yolu ile taşınmıştı. Talana alışmış, bu iki Sömürgeci, zamanla İngiltere'nin çok gerisinde kalıp, kıta Avrupa'sının en zayıf ülkeleri seviyesine inmişti. Amerika'dan pay kapamayan Fransa, Amerikan bağımsızlık Savaşı'nda İngiltere'nin karşısında saf tutmuş, bir bakıma Amerikan bağımsızlığının temeline harç koymuştu. Bu tarihten sonraki bütün savaşlarda Amerika, Fransa'nın müttefiki olmuştu. 1784 yılında bağımsızlığını kazanan bu ülke, tuhaf bir tesadüf olarak, on yıl önce Rusya ile imzaladığı Küçük Kaynarca antlaşması'ndan sonra global güç olmaktan, hasta adam seviyesine düşen Osmanlı Devleti'nin içinden çıkmış Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasetinde belirleyici ülke konumuna gelecekti. 20. yüzyıl başlarında başkan Wilson'un gafletinden yararlanan finans devi dörtlü çete, İngiliz sterlininden sonra, doları basma imtiyazını da eline geçirerek bu devletin sahibi oldu. Bir göçmen devleti olduğunu hiçbir zaman unutmayan Amerika, bu sistemin gücünü fark etmişti. Göçmen demek dinamizm demekti. Nüfus ve üretim ışık hızıyla artıyordu. Başlangıçta çalışarak şöhret ve refah kazanılır temeline dayalı Amerikan rüyası, yerini, hızlı zengin olma kavramına bırakmıştı. Göçmenler, ülkenin gerçek sahibi Asya kökenli kızılderilileri neredeyse tamamen yok etmişlerdi. Tüm insanlık değerleri yerine parayı koyan bu vahşi kapitalizm ülkesi, II. Dünya Savaşı'ndan galip çıkınca, savaştaki müttefiklerinden Sovyetler birliğini 1990 yılında pes ettirerek dünyanın tek hakimi oldu. Tabii ki 50 yıldızlı bayrağı olan Amerika Birleşik Devletlerinin arkasındaki para gücü asıl patrondu. Ülke göçmene doyunca, insan seçmeye başladılar. Seçilenlerin hayali, Amerikan rüyasıydı. Bütün medya ve sinema dünyası bu hayalleri cilalıyordu. Reklam yapmak onların en usta oldukları işti. Böylece, İkinci Cihan Savaşı'ndan sonra gelenler, beyin göçü diye bilinir. Dünya ticaret yollarını açık tutmak olarak deklare ettikleri politikaları, aslında bütün dünyaya aba altından, rakipsiz orduları vasıtası ile sopa göstermekten ibaretti. Bu sınırsız servetin sahipleri, paralarını korumak için, yarısı yedek, 3 milyonluk bir orduya sahiptir. Bu Ordu'nun bütçesi, şu an dünya ekonomi sıralamasında, Japonya'nın önünde, üçüncüdür. Demokrasi ile yönetilen ülkeleri ticari partner olarak ezerken, artakalan 3. Dünya ülkelerini, desteklemiş oldukları diktatörlere yönettirerek siyasi partner durumundadır. Petrolü olan ülkelere özel ilgi duyar. Petrolü olmayanlardan da ilgisini esirgemez. Kurmuş olduğu politikalara dublör eder. Kimi zaman demokrasi getirir. Kimi zaman demokrasi götürür. Elini hiç kirletmeden kiralık katili durumuna düşmüş sempatizanlarıyla Ali Cengiz oyunu kurar. Bu ülkeler, onun en büyük silah alıcısıdır. Bu bölgelerde huzur ve refah olsun istemez. Yoksa silahı kime satacak? İsrail başta olmak üzere epey bir Truva Atı besler. Bu ülkelere satmış oldukları silah ve malzeme için gönüllü olarak eğitim verir. Geri kalmış ülkelerin, genç, dinamik, zeki, vatansever, pırıl pırıl rütbeli askerleri, Amerikalı meslektaşlarından kurs öğrenirken, onların görkemli refah ve imkanlarına ram olur. Onların sinsi yakınlıklarına kanar. Artık bir Amerikan rüyaları olmuştur. Kurs biter, evli evine, köylü köyüne döner. Zamanla rütbeler yükselir. Pentagondaki arkadaşlarının desteği ile darbeler yapılır. İşin tuhaf tarafı, bu işleri, kendi  fikri imişçesine uygulamaya koyarlar. Kendi askerini göz bebeği gibi gören milletine, o milletin kendi ekmeğinden kısarak aldığı silahları bir can düşmanına doğrultur gibi çevirirler. Ölen ölür kalan kalır. Darbenin, Pentagon isimli mimarlık bürosu iyi iş çıkarmıştır. Darbeci hükümeti, ilk olarak Amerika derhal tanır. İkinci alkışlayanı Avrupa Birliğidir. Arkasında bu aktörlerin olmadığı darbe hemen hemen yoktur. Eşimle nişanıma 1 ay kala, 1971 yılının Mart ayı sonu, tıp fakültesi ikinci sınıf anatomi pratiğine  gittiğimde, her yer asker ve polis kaynıyordu. Herkes gibi beni de aradılar. Şebeke kartıma el koydular. Ortalık karışıktı. O gün ders yapılmadı. Ordu 12 Mart muhtırasını vermişti. 12 Eylül'e kadar, 9 yılda 11 hükümet kurulup yıkılmıştı. İnsanlar, tutuklanmış, sorgulanmış, işkence, görmüş, fişlenmiş, öldürülmüş, asılarak idam edilmişti. Askerin güdümündeki ara rejimler, ilk iş olarak, ülkedeki çeyrek milyon çiftçinin ekmek kapısı, haşhaş ekimini yasaklamıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS