8 MART 2020

Hayvanlar birbirine dayak atmaz. Avlanmıyorsa, keyif için öldürmez. Çünkü onlar düşünmüyorlar. Düşünen bir hayvan olan insan, kişiliğindeki bozukluktan dolayı, bütün bunları, insanlık tarihi boyunca yapmıştır. Her insan, yaşamı boyunca, kısa yada uzun bir süre, şiddete maruz kalmıştır. Şiddet, gücün güçsüzlük karşısında gövde gösterisidir. Dozu ne olursa olsun, kabul edilemez. Ama ister kabul edelim, ister etmeyelim, şiddet insan hayatının bir parçasıdır. Yok edilemez. Askerlikteki bir er onbaşı ilişkisi gibi, önce dayak yersin, onbaşı olur, yeni gelen erleri döversin. Çocukken dayak yersin, büyür güçlenir, gücünün yettiğini döversin. Gücü olan, bir noktada gücü olmayanı ezer geçer. Bu durumda kadın çocuk yaşlı ve hastaların, şiddet üzerine kurulu insanların dünyasında, hedef kitle olduğu açık. Bu grubun fiziksel kapasitesi, diğerini geçemeyeceği için, bu döngü hep aynı yönde dönecektir. Peki seyirci mi kalınacaktır? Buna insan beyninin evet demesi mümkün değildir. Kilise, ortaçağdan beri, insanları kanını dökmeden cezalandırmanın yolunu bulmuş. Suçlu görmek istedikleri her kimseyi, görsel bir şölen havası da vererek, şehrin ortasında bir direğe zincirle bağlamış, yüzünü gözünü katrana bulayıp, etrafına odun yığarak yakmış. Bunların çoğu, kırsalda yakalanmış tarım işçisi kadın. Hemen kara büyücü, damgası vurulup engizisyon kararı ile yakılmışlar. Kilisenin kararına kim karşı çıkabilecek? Zaten kadının güçsüzlüğü ortada. Suçlamak cezalandırmak kolay. Yani cadılar daha çok kadın cinsinden. Kadının fiziksel zayıflığından doğan dezavantajları say say bitmez. Aynı işi yapsa bile erkeklerden çok daha az ücret almaları yüzyıllarca doğal sayılmış. Ürettikleri işe değil, cinsiyete bakılmış. Aynı çocuklara yapıldığı gibi. Bu ülkenin kültüründe insanı yakarak öldürmek yasak. Kılıç ile infaz dışında idam caiz değil. Ancak doğuştan soylular için bir ayrıcalık tanınmış. Kementle boğmak gibi. Yanarak ölmek o kadar korkunç bir şey ki, düşünmek bile içimi acıtıyor. 1877 yılında, 93 harbi denilen savaşta Rusların Erzurum'a kadar gelip, babamın anneannesinin, yani Nafiye Ninenin tüm soyunu ve ele geçirdikleri savaşa gitmemiş kadın çocuk ve ihtiyarları camilere doldurup, Ermeni katillerce yakılmalarına fırsat verdiklerini duyduğumda kanım donmuştu. İngiliz'in kışkırtıp, Anadolu'ya saldığı Yunan ordusu, Gazi Mustafa Kemal önderliğinde Mehmetçik tarafından savaş meydanında ters yüz olup kaçarken, eline geçirdiği kadın, çocuk, hamile, hasta yaşlı kim varsa yine camilere doldurup yakmıştı. Başkomutan, Uşak'ta yakılmış bir caminin penceresindeki parmaklığa yapışıp kalmış, kömürleşmiş bir kolun ucunda yanmamış parmaklarından bir genç kız olduğunu anladığı cesedi görünce gözyaşlarını tutamamıştı. Süvari ordusu komutanı Nurettin Paşa'yı çağırıp, şimşek gibi İzmir'e doğru akıp, Bu şerefsiz katilleri yakalayacaksın, esir almak yok demişti. 1847 yılının 8 Mart günü, Amerika'da, sosyal haklarının iyileştirilmesi için grev yapan kadın işçilere polis saldırısı sonunda yangın çıkmış, kapılar kilitli olduğu için kaçamayan 120 kadın yanarak can vermişti. Bugün 8 Mart. Hepsini saygı ile anıyoruz. Kadınlar hak ettiği yere gelmiş midir? Hayır gelememiştir. Belki hayatının herhangi bir noktasında, şiddet görmemiş, hakkı yenmemiş erkek vardır. Ama kadın yoktur. İşe yaramayacak fakat espri katacak ve ütopik de olsa birkaç öneri sunuyorum.
Kadınları erkeklerin fiziksel gücüne çıkaracak GDO çalışmaları başlatılsın.
Kadın erkek farkı, olimpiyatlar dahil tamamen ortadan kaldırılsın.
Hangi üretim tesisi olursa olsun, kadın ve erkek çalışanlar eşit sayıda olsun.
Ordular, zaman içinde gereksiz kalıncaya kadar, kadın erkek personel eşit sayıda olsun. Aynı uygulama güvenlik teşkilatı için de geçerli olsun.
Kadın personeli daha az çalıştıran işletmelerden daha çok vergi alınsın.
Kadın erkek anlaşmazlığında, suçsuzluğunu kanıtlamak hukuken erkek tarafına ait olsun.
Tacizciler, ki bunların ezici çoğunluğu erkeklerdir. Ceza olarak belirli bir süre taciz ettikleri kadınların evlerini temizlemek ve mutfak işlerini yapmak gibi cezalara çarptırılsınlar.
Koruma altındaki kadın ve çocukların koruması, mevcut davalar devam ettiği sürece kesinlikle devlet garantisi altında olsun ve bu sulandırılmadan katı bir şekilde uygulansın.
Kasti olarak bir kadını öldüren bir daha hapisten çıkamasın.
Yöneticiler bir erkek bir kadın sırasıyla seçilsin.
Meclislerin en az yarısı kadın olsun.
Kadın boşanmak istediğinde, mahkeme ikinci celseye gitmesin. Mahkeme kararı da sadece bir prosedür olarak düşünülsün.
Kadın günün her saatinde sokağa çıkabilsin.
Kadınlara savunma eğitimi devletçe sağlansın.
Herhangi bir öğrenim kusuru olmayan kadınlar, hangi yaşta olursa olsun eğitim şansına kavuşsun.
Tüm bu temennilerimin ancak hayalini kurabileceğimi biliyorum. Hiçbirinin gerçekleşeceğine inanmadığımı, itiraf ediyorum. Ama şunu çok net olarak söyleyeyim, 8 milyarlık gezegenimizin yarısı mutsuzken diğer yarısının mutlu olması asla mümkün olmayacaktır. Annem, Arnavut ninem Emine, abisi ile birlikte, tüm soyunun yakıldığı, Ermenilerin yaptığı soykırımdan mucizevi bir şekilde kurtulan Erzurumlu ninem Nafiye ve eşim başta olmak üzere tüm dünya kadınlarına saygılar sunuyorum.

Yorumlar

  1. Güzel dervişim Yaşar'ım. Yazılarını büyük bir keyifle okuyor, aydınlanıyorm.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS