3 KUTU C20H24N2O2

1949 yılının Kasım ayında, Bornova Yenimahalle Çevik sokak 16 numarada sıradan bir gün başlamıştı. Eşini işine uğurlayan 25 yaşındaki genç kadın, 9 Eylül ilkokulu 3. sınıfına devam eden ilk çocuğunu okula gönderdikten sonra 2 aylık kızını kucağına alıp emzirdi. Lohusalıktan kalkalı 2 hafta olmamıştı. Bu bebek onun 4. çocuğuydu. Ondan bir yıl önce, tüm dünyaya getirdiği çocuklarının en güzeli, 3. çocuğunu kaybetmişti. Aslında, 2. çocuğunu kaybettikten sonra, yapmış olduğu yedi doğum  ve bir düzine abortustan oluşan annelik kariyerini sonlandırmak istemişti. Yani hamileliklerinin ne üçüncüsünü, ne 20.si ve sonuncusunu yani hiç birisini istememişti. Oturduğu yerden kalktı, sol kolundaki çocuğunu göğsüne bastırdı. Bu evde yaşadığı kahır dolu, yıllarına ekleyeceği yeni bir gün başlamıştı. Altın sarısı saçları omuzuna düşer ama omuzunu geçmezdi. Saçlarını kendi kesiyordu. Saçlarının boyunu ezberlemişti, el yordamıyla birkaç ayda bir kısaltıp, düzeltiyor aynı boya getiriyordu. Sağ elini bir tarak gibi kullanıp yüzüne düşen saçlarını düzeltti. Elinin piyanist imrendiren parmakları, aralarından kayan bu altın yaprakların uzadığını söylüyordu. Hazır kimse yokken keseyim dedi. Bebeğini yatağına bırakıp, yerinden kalktı. Bu darlığı çok, varlığı kıt, düzensiz ve dağınık evde bir makas olacaktı. Bezleri, tırnakları da aynı makasla kesiyordu. Sokağa bakan pencere kanatları hep kapalı olduğundan, bahçeye bakan, batı yönündeki pencereler, gün ışığını öğleden önce vaadetmiyordu. Bu kocaman loş ışıklı odada, güneye bakan penceresiz duvarda asılı bir ayna vardı. Bu penceresiz duvar, 1 dönümlük bahçeli evin, diğer 1/3 kısmına bakıyordu. Kocası, burasını, annesi, onun ikinci eşi, ve biri kız 2 üvey kardeşine tahsis etmişti. Ancak çok fahiş hatalarından birini yapıp, Çevik sokak 18 numaralı, bu kendi evinin ayrı bölümüne, tüm evinin suyunu getiren çeşmeyi kondurdu. Bu korkunç bir düşüncesizlikti. Onu ve tüm kendi ailesini ileride susuz bırakacaktı. Makası buldu. Aynanın karşısına geçti. Kenardaki tokmağı çekip oturdu. Duvara çakılı çiviye takılı ayna 9 yaşındaki kızının boyuna ayarlıydı. Saçını keserken, bir 70 üzerindeki boyu aynayı kullanmasına engeldi. Evde ikinci bir ayna yoktu. Kocası da ayna ile fazla barışık değildi. Genç kadın 10 yıldan fazla bir süredir evliydi. Süslenme gibi bir lüksü kalmamıştı. Belki de eşinden izin yoktu. Hevesi de  kalmamıştı.  Aynaya sadece, öylesine, iş olsun diye bakardı. Sol eliyle, saçlarını ucundan tutup sağ eliyle kesmeye başladı. Sol elinin parmakları ucunda bir tutam saç, sağ elinde makas, aynanın çerçevesi içindeki dikdörtgen resme öylece bakakaldı. Kendine bakan bir çift zeytin yeşili göz, ona, hüzünün şiirini okuyordu. Emin değildi, ancak kadınlar bu konuda çok az yanılır. Kendine, cevabını vermek istemediği o soruyu bir türlü soramıyordu.
Saçının kesimini bitirdi. Kendi kendine bir hafta daha bekleyeyim dedi. 1 hafta geçti. Şüphesi kalmadı. Hamileydi. Doğum kontrolünün, adı bile geçmediği zamanlardı. Ancak, kadınlar istemediği hamilelikleri sonlandırmak için, elinden geleni her zaman yapmışlardır. Modern tıbbın işe el atmadığı zamanlarda çok riskli bir şeydi. Anneler de, çoğu kez, istemedikleri bebekle birlikte ölüyordu. Kim ne derse desin, bir kadın, istemediği bir bebeği doğurmak zorunda değildir. Bir insanın, çok istenecek bir şeyi istememesi için muhakkak bir sebebi olur. Bunun hesabını da, onay makamı dışında, hiçbir yere vermez. Kendi dünyası ile ilgili bir hesaptır. Bu hesap kesinlikle doğrudur. Hesabı da kader dışında hiçbir şey bozamaz. Zaten, her yanlış hesap Bağdat civarında bir yerlerden geri dönüyor. Çevik sokak no 14 teki komşu, kalabalık bir aileydi. Hiç hatırlamadığım bu aileden biri annemin arkadaşıydı. Bazen, babamdan gizli, arka bahçedeki 2 evi ayıran çitin iki tarafında durur dertleşirlerdi. Ona derdini anlattı. Kadın, evinden birkaç kutu ilaç getirdi. Aç karnına içeceksin dedi. Önce Bir kutu sonra ikincisi. 3. tehlikeli olur, mecbur kalmazsan içme, aslında, bazen bir kutu bile kafi gelebiliyor diye ekledi. Çaresizdi. Niyeti, büyük kızını ve küçük kızını hayatta tutup, kalan hayatına onlarla devam etmekti. Onun, düşüncesine göre planı, bu 5. gebeliğini sonlandırıp, çocuk faslını kapatmaktı. Tabii ki, bu kabusu daha 15 kez yaşayacağını aklının ucuna bile getiremezdi. Bir annenin cehennemi, canından yonttuğunu toprağa vermekti. İnsan şeklini almadan kazıyıp atmak en iyisiydi. İlk kez ve herkesten gizleyerek yaptığı şey onu germişti. Ama kararlıydı. 2 kutu ilacı peş peşe tereddüt etmeden içti. İçinde geometrik dizi hızı ile çoğalan hücreler, üzerine çullanan milyonlarca, 20 karbon, 24 hidrojen, ikişer oksijen ve azottan mürekkep bu saldırganı tanımıyorlardı. Onlar, annelerinin gönderdiği, glikoz ve oksijen moleküllerini ve de o tarafa geri gönderdikleri karbon dioksit ile içinde yüzüyor oldukları su moleküllerini tanıyor ve ötesini bilmiyorlardı. Anneleri onlara bunu niye yapıyordu? Bunu anlamaya vakitleri yoktu. Güney Amerika'daki Amazon ormanlarından gelen bu lejyonlar, kınakına isimli bir ağacın ürettiği, 20 ye yakın alkaloitin Kinin adlı üyesiydi. Ölümüne bir savaş başladı. Karşıdaki düşman, hap şeklini almış, nakliye gemileri ile devamlı gelmekteydi. Hücreler yan yana durup bir savunma hattı oluşturdu. Ön saftakiler biçiliyor,  arkadan yerlerini yenileri alıyordu. Bu arada şunu anladılar, çok hızlı çoğalıyorlardı, bunun dışında da başkaca silahları yoktu. Karşıdaki düşman milyonlarca dahi olsa sayıları sabitti. Ölümüne Savaş birkaç gün sürdü. Genç kadın, kucağındaki bebeğin zarar görebileceğinden korkup 3. kutuyu içmedi. 2 kutunun, içindeki canlı şeyden kurtulmasına yeteceğini ümit etmişti. 1 haftageçti. Kriz aşılmamıştı. Son çare olarak 3. kutuyu da içti. 2 kutunun, üzerine saldığı milyonlarca kinin molekülünün hakkından gelmiş olan hücreler, bu bir kutu lejyoneri gün batmadan dağıttı. Anne, bu başkaldıran içindeki isyanı bastırmak için başka bir yol bulmalıydı. İlaç içmeye devam ederse ölecekti. Tek çare kürtaj, onun seçenekleri arasında yoktu. O gün, genç annenin, olağanüstü sağlam ve savaşçı hücreleri, daha sonra oluşturdukları canlı sistemin, başına neler geleceğini, 70 yıllık, hiç bitmeyecek savaşların sadece ve sadece ilkini kazandıklarını bilseydi, annelerinin içtiği ilaca karşı savaşmayıp, onu üzecek bir zafer kazanmazlardı. O gün o savaşı kazanan hücrelerin torunları bugün benim üzerimde yaşıyor. O savaşı kazanırken, başlarında bir komutan yoktu. Çünkü henüz beyin oluşmamıştı. Bana kalsa savaşmazdım. Annem yapıyorsa doğrudur derdim. Onu mutsuz etmeye ne hakkım vardı? O gün bugündür, aklımla teslim olsam bile, hücrelerim boyun eğmiyor. En iyi bildikleri şey; savaşmak. Onlar pes etmedikten sonra, savaş da hiç bitmiyor. Bana da bu hiç bitmeyen savaşı yönetmekten başka seçenek kalmıyor.70 yıl önce bugün, 19 temmuz 1950 tarihinde, gece yarısını az bir zaman geçe , annemin istemediği çocuklarından beşincisi olarak, bu dünyaya gözlerimi açtım. 





Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS