1 NİSAN 1960 KARATAŞ MUSEVİ VAKIF HASTANESİ İZMİR

Anna Bucholz Drossa 1 Nisan 1960 ta İzmir Karataş Hastanesi'nde ilk çocuğunu kucağına alır. Karataş Hastanesi İzmir Musevi cemaati ne ait, yanıbasında minik bir de huzurevi olan sevimli bir hastanedir. Bu hastanede, seksenli yılların başında bir süre nöbetçi hekim olarak olarak çalışmıştım. Zeka dolu esprileriyle çevresine her zaman Neşe katmış ve şiddete hiç bulaşmamış bu evlat annesinin görebileceği en güzel nisan bir şakasını, masmavi gözlerini dünyaya açarak ona yaşatmıştı. Babası John ustayı kemeraltındaki matbaacıların hepsi çok iyi tanır. İzmir'e klişe uygulamasını getiren adamdır. Klişeciliği öğrenmek için 30'lu yıllarda İstanbul'a gitmiş. Orada bir matbaada yatıp kalkıp yarı aç yarı tok çalışıp didinip işi öğrenmişti. İzmir'e döndüğünde, artık o uzun yıllar şehirdeki tek klişeci idi. Sonradan klişe mesleği yapan herkes onun yanında çırak olarak çalışıp yetişmişti. Kendisi ile tanışma şansım olmadı. Ona, Rosali, Giselle ve Aksel isimli 3 çocuk daha verip gencecik yaşında kanserden ölen sevgili eşini de hiç tanımadım. John Usta eşini kaybetmenin yanısıra en büyüğü henüz 20 yaşındaki 4 öksüzü ile hayata devam etmek zorundaydı. Ancak levantenler gerek sosyal gerek günlük hayatta birbiriyle dayanışma konusunda olağanüstü örneklerdi. Aile dağılmadı hepsi iyi eğitimli insanlar olarak hayattaki yerlerini aldı. Levantenler hayat standardı olarak yerlilerden fersah fersah öndeydi. Evlerinde elektrik su tesisatı hava gazı termosifon buzdolabı telefon ve ancak ecnebi filmlerinde gördüğümüz türden eşyalar kullanıyorlardı. Öksüz ve yetimler, halaları, teyzeleri, Amcaları, dayılarınca sahiplenilir, aç kalmaz şiddet görmezlerdi. Tabii ki annenin kaybı bir insan için yaşayabileceği en büyük felakettir. İstanbul Saint Jozef mezunu 5 lisan bilen voleybol kariyerinin zirvesindeki Antonio Drossa bunu yaşadığında henüz 20 yaşındaydı. Bursa'nın Makospor voleybol takımına çok iyi bir ücretle o yıl transfer olmuştu. Daha önce voleybol genç milli takımın uzun süre kaptanlığını da yapmıştı. Çoğumuzdan iyi Türkçesinin yanında anadili Rumca ve Saint jozef Fransızcasının yanına sonradan öğrendiği İtalyanca ve İngilizceyi de katmıştı. İzmir'deki bütün levantenler genetik kökeni ne olursa olsun evlerinde Rumca konuşurlardı. Anne tarafı Alman ve İtalyandı. Ben Toni adını 70'li yılların sonunda duymuştum. Futbol dışında insanların hiçbir spor dalı ile ilgilenmediklerini o yıllarda voleybolcularımız uluslararası platformda yüz akı sonuçlar alıyorlardı. Bazen gece 11 haberlerinde, sporla ilgili bölümde ertesi gün voleybol genç milli takımın yapacağı maç kadrosu açıklanırken ilk cümle Kaptan Tony ve diğer arkadaşların ismi söylenerek bitirilirdi. Hafızamın derinliklerinde başka bir gayrimüslim, milli takımımızın Efsanesi ordinaryus Lefter canlanırdı. Annesinin kaybından sonra Antonio drossa Makospor'daki voleybol kariyerini bırakıp İzmir'e döndü. Babasının ölümünden sonra onun mesleğine devam etti. Ailesini bir arada tutmaya çalıştı. 90'lı yıllarda bir ara düzine ile işçi çalıştırdığı Expressklişe, ardarda gelen yıkım gibi ekonomik krizlerde giderek küçüldü. Nihayet kirasını karşılayamayacak duruma gelen müessese 2004 yılında kapandı. 1990'lı yıllarda başıma gelen ekonomik felaketlerle ilgili olarak haciz ve icra tehdidi altında idim. Sinderella'nın tam tersi gündüzlere sürgündüm. Güneş doğmadan evden çıkar battıktan sonra dönerdim. Bornova'da ilk otobüsle fuara gelir 1840 metrelik koşu pistinde 4 tur atıp alsancak Caminin önünden otobüse binip Eşrefpaşadaki Öğretmenevine giderdim.Öğretmenevi'nin o zamanki müdürü, fuardan da koşu arkadaşım, masterler Balkan şampiyonu emekli öğretmen Mehmet Muhtar Canda ile sabah çay ve sohbet keyfimizi yapardık. Oradan çıkıp önce Park sonra tarihi Damlacık semtinin doyumsuz izmir manzaralı dar merdivenli yokuşlarından aşağı inerek saat 8.30 da izmir Deri ve zührevi hastalıklar Dispanserindeki görevimin başında olurdum. 2000 li yıllardaki hastalığımın Pick yaptığı döneme kadar bu böyle devam etti. Fuardaki sabah koşularım sırasında hiç unutamayacağım olaylar yaşadım, dostlar edindim. Yaşadığımı, duyduğumu gördüğümü, pek unutmam. Koşarken karşılaştığım herkese günaydın derdim. Ben deyince onlar da cevap vermeye başladı. ve herkese bulaştı. Birkaç tatsız olay dışında çok samimi bir ortam oluşmuştu. O sıralar izmir'de Hisar Camii'nin yanındaki Kızlarağası Hanı tadilattaydı. Oradaki 905 numaralı sokak apayrı bir alemdi. Sokağın başında arabasında pilav kuru satan ak saçlı aksi ve tatlı"dayı" lakaplı Süleyman abi vardı. Orada, öğle yemeklerinde hayatta kalmış olanlarla görüştüğüm çoğu rahmetli olmuş kişilerle derin dostluklar edindim. Bunlardan biride 1 yıl önce Matbaacılık mesleğini bırakmış olan İbrahim abi idi. Bir gün onunla beraber yemek yerken çok şık ve birbirine yakışan genç bir çift ve yanlarındaki arkadaşları Kızlarağası Hanını konuşarak oradan geçtiler. Birlikte yemek yediğimiz İbrahim abiye şu giden genç adamı fuardaki koşu pistinden tanıyorum dedim. Şöyle bir baktı. O bizim John Usta'nın oğlu dedi. Ertesi gün John ustanın oğluna günaydın dedikten sonra yanına gittim . Birlikte koşarken önceki günkü olayı anlattım. Evet ben oyum dedi. Adım Tony deyince, sen şu voleybol genç milli takımının kaptanı Tony'misin diye sordum. Sporu bırakalı 10 yıldan fazla olmuştu. Biraz şaşkın biraz memnun evet dedi. Çeyrek asrı aşan dostluğumuz böyle başladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS