1965 İZMİR - EPİLEPSİ

1965 benim için çok özel bir yıldır. Fırsat bulursam anlatacağım bir sürü olayın içinde en önemlisi de 30 yıl sonra tanışacağım, son çeyrek asırın, bence en dikkati çeken yazarlarından birisi olan Hasip Akgül'ün yemyeşil gözlerini dünyaya açtığı yıldır. Son romanı"Albayım" ve bundan 25 yıl kadar önce Oğuz Atay'ın yaşam koşusu isimli ilk kitabı vede sonradan yazdığı, belki de  Türk yazarları arasında kesinlikle en iyisi olarak gördüğüm, deneme türündeki "Görme kılavuzu" ile edebiyat severlerin gönlündeki ayrıcalıklı yerini hak etmiştir. Erken yaşlarda babasını kaybedip kendini hayat mücadelesi içinde bulan bu kardeşim Mudanya'ya doğru Esen bir rüzgar ile aramıza yüzlerce kilometre mesafe koydu. Duvar kitabevindeki ortakları Berkan ve Hüseyin'le bazen kulaklarını çınlatıyoruz. Güney'in minik kardeşi "babacık" henüz bebek iken Hasip ailece Mudanya'ya yerleşti. O da şimdi bayağı bir delikanlı olmuştur. Hasip 1879 Makedonya isimli Öykü için yazmış olduğu yorumda çok güzel katkı koymuş. On beş yılı aşkın bir süre öğlenleri çok güzel anlar paylaştık. Muhakkak anlatmak istediğim bu özel ve renkli anılarıma sonraki yazılarımda el verdikçe değineceğim. Bu blog işinin tekniğine tam olarak vakıf olamadığım için özel manipülasyonları henüz yapamıyorum. Hasip kardeşim bilir. O zaman da gözlerim iyi görmüyordu. Gözlük takmaya da arzulu olmadığım için, cebimde bir büyüteçle dolaşırdım. Cildiye uzmanlığımı kullanmam gerektiğinde, lezyonları görmem de bu büyüteç yıllarca olduğu gibi işimi görürdü.  Hala da görüyor. O zamanlar, Hasip de benim gibi cep telefonu kullanmıyordu. Ben hala kullanmıyorum. Eşimden izin alıp arada bir blok yazıyorum. O olmayınca blog da bekliyor. Neden telefon kullanmadığımı bir gün muhakkak anlatmak istiyorum. Hasipten bahsedince ortak anılarımdan, hiç değilse şu an birini anlatmadan yazımı bitirmek istemiyorum. Birgün öğlen sefamızın tam ortasında, çaylarımızı yudumlarken bir gürültü koptu. Yeni yetme esmer bir çocuk kendini yere atıp ya da düşüp kaskatı oldu. Tam Önümüzde ki bu olayı, ne Hasip ne ben görmezden gelemezdik. Kafasını yere vurmasın diye bir minderle besledik. Kollarını, bileklerini ovaladık. Ağzı da köpürüyordu. Bir müddet sonra yavaş yavaş kendisine geldi. Belli belirsiz sara hastası olduğunu söyledi. İlaç alacak parası yoktu. Güçlükle cebinden reçetesini çıkarttı. Mesleki alışkanlık. Reçetesine göz attım. İlaç epilepsi ilacı idi. Hasip ile göz göze geldik. "Sara" dedim. Ne kadar para gerektiğini sordum. Hasip, inanalım mı der gibi yüzüme baktı. Branşım değildi. Ama genel olarak bütün hastalıklardan biraz anlardım. Sonuçta, tıp fakültesinde hepsini ama az ama çok görmüştük. O sıralar aynı zamanda tiyatro eğitimi de almış olan Hasip ilave olarak psikodrama kurslarına gidiyordu. Bal katarak anlattığı bu kurslar beni bile heveslendiriyordu. Bu çocuk sara hastası olduğuna beni inandırmıştı. Hasta değilse, çok iyi rol yapıyor. Sence rol yeteneği istediği paraya değmez mi diye sordum. Yemyeşil gözlerinden bütün yüzüne dağılan tebessümüyle "Değer" dedi. Toparlanan, çoğu esnaf kalabalığın hemen hemen tamamı bizim koymuş olduğumuz katkı kadar destek verdi. Hasip toplanmış parayı çocuğun cebine koydu. Geçmiş olsun diyerek koluna girip Kemeraltı Camisi ne kadar uğurladı. Kardeşim seni saygıdeğer hocam eşini ve sana babacık diyen adını duyduğum ama hiç görmediğim, göz rengini de bilmediğim oğlunun gözlerinden öpüyorum. 2012 yılının son günü Dispanser kapandı. Beni Bornova'daki trafik Hastanesi'ne isteğim dışı tayin ettiler. Neredeyse 30 yıldır hastane ortamından uzaktım. Oradaki performans çılgınlığı ortamında ve tanımadığım sağlıkçı kardeşlerimin arasında kendimi mutsuz hissettim. Emekli oldum. Son 3 yıl perşembe günleri Arkadaşım eski voleybol genç milli takımımızın kaptanı Antonio Drossa ve onun Radyo fenomeni eşi Ayça'nın sahibi olduğu radyo karavanda geçmişten tıngırtılar isimli bir programa katılıyordum. Güzelbahçe'deki radyonun olduğu eve bitişik villada oturan dayın Hasan Bey ile de o ara tanışmıştık. Artık evdeyim. Yaş da neredeyse 70. Pek dışarı çıkmıyorum. Sen gittikten sonra da Veysel çıkmazına çok seyrek uğradım. Uğradığım zaman da Berkan'a sana ulaştırması için Selam bıraktım. Mekanlar, insanlar olmadan çok cansız. Berkan'a uğrarsam son kitabını alacağım. İmzalaman için bırakacağım. Sen benden önce gidersen kitabını imzala ve bırak. Ben oradan alırım. Ancak, eğer hediye etmeye kalkarsan kitabı almayacağım gibi okumam da. Ne Arnavut olduğumu bilirsin. Aramızda paranın lafı yok. Konu para değil uğur parası. O parayı Milyonlar olsun diye veriyorum. Çünkü senin elindeki paraların hangi güzel işlere vesile olacağını benden iyi kimse bilemez. Öpüyorum.

Yorumlar

  1. Öteki dünyadan mektup almış kadar sevindim. Bir çıktısını alıp saklayacağım. İnsan yaşamı boyunca yalnızca bir iki insana tüm gönlünü açabilir. Hatta çoğu insanın bu kadarına bile olanak bulamadığını söyleyebiliriz. İnsan potansiyellerinin sınırı ile ilgili olabilir; bilmiyorum, belki de dünyanın. Ben Yaşar Ağabey'le dostluk yaşamış şanslı bir insanım. Seni özlüyorum Ustacım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS