SONBAHAR 1957 BORNOVA İZMİR - KUDUZ

İlkokula başlayalı birkaç ay olmuştu. Soğuklar başlamış ve Bornova'ya dönmüştük. Ovaya giderken yolda ablamı köpek ısırmıştı. Bu tür vakalarda kuduz aşısı yaptırılıyordu. Kuduz aşısı da bu bölgede sadece şu an Konak'taki Etnografya müzesi olan taş binada yapılıyordu. O günlerde Sağlık Müdürlüğü "Piçhane" de denen bu binadaydı. Ablam, birkaç hafta aşı için Konak'taki Sağlık Müdürlüğüne gidip geldi. Kuduz aşısı, duyduğum kadarıyla kocaman bir enjektör ve uzun bir iğne ile karından yapılıyordu. Çok ağrılı oluyordu. Kendimi bildim bileli, Kuduz hastalığı ile ilgili bir çok korkulu öykü duymuştum. En çok, köpek ısırması sonucu onların salyaları ile bulaşıyordu. Halk arasında, çok saldırgan insanlar ve hayvanlar için de yakıştırılan bir tabirdi. O sıralar Bir gün okuldan eve dönerken geçtiğim  sokak başında birkaç insan ellerindeki sopayla minik bir kedi yavrusunu dövüyorlardı. Hayvan ıpıslaktı. Soğuk havada birkaç dakika içinde titreye titreye öldü. Bir bez parçası ile ellerini sürmeden bir çöp tenekesine attılar. Söylediklerine göre hayvanın önüne koydukları suyu içmemişti. Onlar da, bir intaniye uzmanı edasıyla hayvanın kuduz olduğuna hükmetmişler ve sonu böyle olmuştu. Bu ve benzeri travmatik olaylar zaman içinde bugünkü köpek korkumun yapı taşı olmuşlardı. Ayrıca kuduz aşısı olmak, bu hastalıktan kurtulmuş olma garantisini vermiyordu. Yanısıra, kuduz aşısı olmak hastalığından kurtulmanın garantisi değildi. Aşı olup da, daha çok yerli imalat olanların suçlandığı, yıllarca kısmi felç olgu öyküleri azımsanmayacak sıklıktaydı. Kuduz belirtisi gösteren bir insan için yapılacak fazla bir şey kalmıyordu. Onlar, bugün infeksiyon hastalıkları o gün intaniye denilen kliniklerin tecrit odalarına alınıp üzerinden kilitlenir ve orada ölümü bekler lerdi. 1980'lerin başında dermatoloji ihtisası yaparken böyle bir vakaya şahit olmuştum.Yutma güçlüğü, ışık ve sudan korkma belirtileri gösteren bir Manisalı çiftçi intaniye polikliniğine müracaat etmişti. Sonuçta kuduz hastası olduğu anlaşılmıştı. Onu ısıran bir köpek değil kendi atıydı. Atı, onu ısırdıktan birkaç gün sonra ölmüştü. Bir çiftçi için at eşek gibi ahır hayvanları geçimlerinin önemli unsurları idi. Atının kaybına üzülmekten atının ısırması ile kolunda oluşan yarayı unutmuştu. yara kapanıp gitmişti. İşte şimdi kuduz virüsü beynine ulaşmış onun hayatını elinden almak üzereydi. Öğlen  yemek yemez yapılacak işlerim varsa onları tamamlardım. Bugünkü işim, hazır herkes yemekte iken, bu biçare adamı tecrit odasında ziyaret etmekti. İlk göreceğim bu vaka aslında beni korkutuyordu. Hastane çok büyük bir yapıydı ve ziyaret edeceğim yer bizim kliniğin tam öteki tarafındaydı. 5 dakikalık yolda vazgeçmeyi de düşündüm. Ama bir Hekim olarak eksik kalmış bir tecrübeyi yaşamak istedim. Tecrit orası sağlam kapılı penceresiz sağlam kapısında sağlam bir camı olan tek karyolalı eşyasız minik bir odaydı. Küçük floresan bir ampulle aydınlatılmıştı. Kapı dıştan kilitliydi. O sıra hastaya iğnesini yapacak olan hemşire geldi. Kendimi tanıttım. Dermatolojide Asistan olduğumu söyledim. Gazetelerden öğrendiğim bu vakayı görmek istediğimi anlattım. Çok anlayışlı bir insandı. Hasta ile ilgili biraz bilgi verdi. Birlikte içeri girdik. Hasta yutamadığı için beslenemiyor ve koluna takılmış olan serumla idare ediyordu. Hemşire arada bir gelip sakinleştirici ve müthiş ağrılara neden olan kramp önleyici, kas gevşetici iğneler yapıyordu. Hasta güçlükle anlaşılmaz kelimelerle konuşabiliyordu. Hemşire, benim biraz daha kalmak istediğimi anlamıştı. Anahtarı kapının üstünde bırakacağım çıkarken kilitleyip bana getirir misiniz? Dedi. Teşekkürle kabul ettim. Hastaya bir zamanlar çiftçi olduğumu böyle vakalar ile karşılaştığımı, ona gelip kendisi ile tanışmak istediğimi anlattım. O zor çiftçilik hayatından nasıl buralara geldiğimi anlamak ister gibi yüzüme hüzünle baktı. Nasip dedim. Kelimelerden çok bakışlarımızla konuşuyorduk. Her öğlen geleceğimi söyledim. İzin istedim. Güçlükle gülümsemeye çalışarak onayladı. Müsaade isteyip . Çıktım. Kapıyı dıştan kilitledim. Anahtarı servis hemşiresine teslim ettim. Ertesi gün orada olup olmayacağını sordum. Hemşire arkadaşımız; "burada olacağım, gelebilirsiniz" dedi. Sözümü unutmam. Ertesi gün öğle tatilinde hemşireye anahtar istemek için gittiğimde gözlerindeki hüzünden Çiftçi kardeşimin hayatını kaybettiğini anladım. Onun acıları böylelikle dinmişti. Ama bu ülkede bu acılar ne ilk nede sondu. Gazetelerde, iç sayfalarda bazen  kısaca kuduzdan ölenlerle ilgili yazılar gördüğümde hep bunu hatırlarım. Bu yaşıma kadar beni de 3 kez köpek ısırdı. Hem köpekten hem acıdan hem ölmekten korku yaşadığım 3 kötü anıydı. Ne mi yaptım? Sabah yürüyüşleri sırasında vuku bulan bu olaylarda köpekler, bölgelerine girdiğimi sandığı için beni ısırmışlardı. Tüm riskleri bertaraf amacıyla bu köpeklerin yerlerini tam olarak tespit edip her gün onları dikkatlice kontrol ettim. Bir hafta içinde ölmedilerse aşı olmayacaktım. Onlar ölmedi. Ben de şu ana kadar hayattayım. Son Defa 2014 yılında ısırırılmıştım. Dilerim Bir gün, bu ülkede hem Sokak hayvanlarının hem de onların saldırılarından travma yaşayan güçsüz sokak insanlarının her ikisi için çok sevgi dolu ve adil dengeler, ve çözümler oluşturulur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS