16 ARALIK PAZARTESİ 1985 DIŞKAPI ANKARA HASTANEDE YANGIN

İzmir'den hastanedeki mesaime döndüğümde beni karşılayan sorun öncekilerden farklıydı. Hastanenin önünde itfaiye aracı ve büyük bir kalabalık vardı. Yatan hastalar dışarıda hastane duman içindeydi. Tam o sıra polisler ve arkadan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı rahmetli Mehmet Altınsoy geldi. Ben onu basındaki resimlerinden tanıyordum. İki kez telefonla konuşmuştuk ama o beni tanımıyordu. Görevli personel, başkanı yerlere kadar eğilerek karşıladı. İtfaiye amiri oradaydı. Başkana hastanenin yandığını söyledi. Aslında 2. Kat hasar görmüş. Koğuşlardaki ve televizyon salonundaki eşyaların tamamı yanmış. Yangın sabaha karşı çıkmış. İtfaiye yangını söndürdükten sonra elektrik tesisatını kontrol edip, kullanabileceğimizi söyledi. Başkan, başhekim vekilinin odasına gidip oturdu. Personel de ağır aksak yavaş yavaş toplandı. Başhekim vekili ve idare amiri ortalarda yoktu. Başkan burada muhatap kim diye gürledi. Efendim ben hastaları muayene eden mecburi hizmetli cildiye uzmanıyım, buyurun dedim. Polis kalabalığı dağıttı . Çünkü yangın esnasında çıkan izdihamda, kadınlar pencereden imdat diye bağırırken, mahalleli de allah belanızı versin, yanın fahişeler diye bağrışmışlar. Polisler başka bir vukuat var mı diye sorup, bizzat Başkan'dan yok cevabını alınca gitti. İtfaiye amiri yangının kasıtlı çıkarıldığını düşünüyordu. Başkan bana dönüp, böyle bir şey olabilir mi diye sordu. Yatırıldıkları zaman para kaybediyorlar, buna alışık değiller. Tepki olarak neler yaptıklarını telefonda konuşmuştuk dedim. O doktor senmiydin diye sordu evet dedim. Başhekim vekili ile idare amiri nerede dedi . Gelirler dedim. Bu arada 3, 4, katların sağlam olduğunu laboratuvarın hasar görmediğini anladım. Başkan idare amiri ve başhekimin gelmesini bekliyordu. Ben hastaları muayene için izin istedim. Yatan hastaların çıkışını yapıp evraklarını imzaladım. Laboratuvar hasar görmediği için gelen hastaların muayenesine başladım. Bu arada önce idare amiri sonra da başhekim salına salına geldi. Hastanenin yandığından ya da yakıldığından haberleri yoktu. Başkanı karşılarında görünce bir tuhaf oldular. Başkan üzerlerine gitmedi. Beni de çağırdı ve  bu durumda ne yapalım diye sordu. Başhekim vekili hasar giderilinceye kadar hastaneyi kapatalım dedi. İdare amiri fikri çok beğendi ve katıldı. Başkan bana dönüp babacan bir tavırla sen ne diyorsun bakalım İzmirli diye sordu. Genelev düzenli bir şekilde muayeneye gelmeye başladı. Zaten istedikleri şey muayene olmamak. Hele ki muayeneleri aksatmak amacıyla kasten yangın çıkardılarsa, bu yangın, hastanede çıkardıkları son yangın olmaz, gerekirse, hastaları çifter çifter aynı yatakta yatırıp tedavileri aksatmamalıyız dedim. Bu arada hasarı ve hastanenin bakımını hızlı bir şekilde bitirebilirmiyiz diye de sordum. Biz de bir yandan tedavilere devam edelim diye ekledim. Laboratuvar da cumartesi pazar elden geçirilsin. Bu mümkünmüdür diye sordum. Başkan tedavilerin aksamaması fikrine son derece olumlu yaklaştı. Bana dönüp, sen muayenelere dön ben hafta sonuna kadar bu işi hallettiririm. Yanan eşyaların listesini çıkarın, öğleden sonra gönderteyim dedi. Öğlen yemeğine bizimle kaldı. Gitmeden önce telefonla gerekli talimatları verdi. Öğleden sonra tamirat, tadilat, yenileme çalışmaları başlamıştı. Ertesi Pazartesi İzmir'den döndüğümde yepyeni, pırıl pırıl bir hastane ile karşılaştım. Başkan, birkaç yıldır genelevden kaynaklanan hastalık şikayetlerinden bunalmıştı. Benim hastanede nasıl bir mücadele verdiğimi zannederim anlamıştı. Çünkü, eski düzenin devamından yarar umanlar, her fırsatta beni başkana şikayet etmişlerdi. O da Hastanenin tam kapasiteyle çalışması konusunda benimle aynı fikirdeydi. Benim çalışma tarzımdan hoşnut olduğunu diğer personel gibi ben de fark etmiştim. O gün idare amiri ve başhekim vekilininde hastane personeli ile aynı derecede benden hoşlanmadıklarını hatta nefret ettiklerini de anlamıştım. Zaten ilk günden beri hiç birisiyle iş dışında herhangi bir mevzu konuşmamış samimi ilişki kurma mıştım. Soyadımın tersine gülmez gülümsemez biri olup çıkmıştım. Yüzüme taktığım zoraki sevimsiz ciddiyet maskesi üzerime yapışmıştı. Espri yapmıyor, yapan olursa gülmüyordum. Bu beni giderek izole ediyordu. Alışık olmadığım bu gergin süreç beni hızla kolit denilen bir hastalığa götürmekteydi. Bunu fark etmemiş ve ıskalamıştım. İnsanların menfaatleri söz konusu olduğunda, nasılda canavarlaştıklarını bilmiyor değildim. Üstelik böyle bir çamur mücadeleyi istemişte değildim. Sadece başka seçeneğim olmadığı için bu rezil savaştan kaçama mıştım. Ve karşımda daima, cisimler ya da kişiler değil onların gölgeleri vardı. Bu mücadele, karanlıkta el yordamıyla gösterilen bir çabadan öte birşey değildi. Kazananı olmayacaktı. Diğerleri kendilerince bir şeyler kaybederken, ben de en önemli varlığımı, sağlığımı kaybedecektim. Bazen düşünürüm de; bütün bunlar bir uzmanlık diplomasına sahip olmak için ödenmesi istenen bedele değermiydi? Emin değilim. Hele ki 2013 yılında emekli olduktan sonra evde oturup, dosyasına yerleştirip hiç kullanmadığım ve kullanmayı da düşünmediğim hatta kapağını dahi açıp bakmadığım bir diploma için!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS