4 KASIM 1985 DIŞKAPI ANKARA MUAYENEYE BOYKOT

Hastanenin eksikleri tamamlanmış, laboratuvar baştan aşağıya yenilenmiş, laboratuvarda çalışacak personel eğitim almış, hemşireler simir almayı öğrenmiş ve laboratuvar çalışacak hale gelmişti. Bir hafta öncesinden genelevdeki polis noktasına, tüm evlere çağrıda bulunarak Pazartesi günü muayenesi yapılacak olanların 9-12 saatleri arasında muayene için gelmeleri haberini vermeleri bildirilmişti . Pazartesi günü işin bir düzene gireceğini umuyordum. 500 kişi gelmesi gerekirken 100 kişi bile gelmemişti. Bu büyük Sorundu. İmzalamam için sağlık karneleri geliyor fakat muayeneye gelinmiyordu. Gelenlerden kan aldık, simirler alındı, kimyasal işlem, boyama vs yapılıp preparatlar tamamlandı. Öğleden sonra mikroskopla bakacaktım. Kanlar da, Hıfzıssıhha Enstitüsü ne gönderilecekti. Personelde herhangi bir stres görmüyordum. Yani hallerinden memnun olmamaları gerekiyordu. Çünkü mikroskopla incelemelerin sonucu büyük ihtimalle bir sürü kadın hasta çıkacaktı. Tedavi için hastaneye yatacak ve en az üç dört gün çalışamayacaktı. Para üzerine dönen, sağlığı hiç önemsemeyen, toplumun sağlığından ise asla haberleri olmayan olsa da umursamayan bu sektör yapmış olduğu işte sağlığın ne kadar önemli olduğunu anlayacaktı. Dolayısıyla da bu laçka hastane ile ne çeşit bir ilişkileri varsa ve hangi sistem yürüyorsa çökecekti. O zamanlar yeni yeni gündeme gelen AIDS hastalığı çok günceldi. Dünya şöhreti Rock Hudson Ekim ayı ortalarında bu hastalıktan ölmüştü. O güne kadar pek ilgi çekmemiş cinsel yolla bulaşan hastalıklar yani zührevi hastalıklar gündemin ilk sıralarına oturmuştu. Muayeneye gelen hastaları tek tek bu konularda bilgi vermeye başladım. Çok nazik davrandığım için terslenmeye fırsat bulamadılar. Kan alırken, yeni yeni ithal edilmeye başlanmış olan tek seferlik enjektörlerle gelmelerini rica ettim. Sizin enjektörünüz yok mu diye diklendiler.Eskiler bilir enjeksiyon yada kan alınırken cam enjektörler kullanılır, her bir hasta için metal iğneler değiştirilir, kullanıldıktan sonra da sterilizatörde işlem görüp tekrar tekrar kullanılırdı. Kullanıma göre enjektörler senelerce iş görürdü. Ancak AIDS denilen hastalık daha çok kan yoluyla bulaşıyordu. Tek tek anlattım. Hastanenin cam enjektörlerini kabadan iğne için kullanacaktım. Fakat kan alınırken bu enjektörleri kendileri almaları gerekiyordu. Enjektörleri ithal eden firma tek tabanca olduğundan fiyatları istediği gibi dikte etmişti. Bu kadınlar, onların tercihine kaldığında asla bir enjektöre bu parayı vermezdi. Döktüğüm diller ancak bir düzinesini ikna etmişti. Diğerlerinde cam enjektör kullanmıştık. Onlar razıydı ceplerinden para çıkmamış oluyordu. Sonraki zamanlarda dünyanın başına kabus gibi çöken AIDS ve hastalıktan ölenlerin sayısı gün geçtikçe yağmur gibi artınca kendileri için bir fırsat olduğumu anlamışlardı. Hepsi de sağlık konusuna önem vermenin gerekliliğini görmüştü. Kan almaya çağrıldıklarında tamamının çantasında tek seferlik enjektörleri hazırdı. Tüm çabalarına rağmen, ilk aylarda ancak yüzde onunu ikna edebilmişken, Aydis, Adidas diye adlandırdıkları bela onlara küçük bir ayar çekmişti. Hiç önemsemedikleri ancak toplumda salgın hastalık riski taşıyan bel soğukluğuna ilgisizlikleri ayrı bir sorun olarak çok uzun süre beni uğraştıracaktı. Çünkü onu tanımıyor ve hiç korkmuyorlardı. O cephede iş tamamen bana düşüyordu. O aralar bir parlamenterin oğlu genelevden bu hastalığa yakalanınca gündeme geldik. Belediyeye bu konuda baskı yapılıyordu. Öyle olmasaydı, hastanenin eksikleri ve laboratuvar konusu bir aydan daha kısa bir sürede çözülmeyecekti. O güne kadar sağlık karneleri formalite olarak hastaneye gelip gitmiş görevini yapmamıştı. Ama ben bu fırsatı kaçırmayıp, imzalamamış bile olsam bütün kadınların karnelerini tek tek incelemiş, onlarla ilgili genel veriler edinmiştim. Neredeyse fotoğraflarından, hiç birisini şahsen görmediğim bu kadınları gıyabında tanımıştım. Saat 13 de yeni alınmış pırıl pırıl mikroskobun başına geçip immersiyon objektif ile yapmış olduğum inceleme bana hayatımın şokunu yaşattı. Preparatlar tertemizdi. Hastalık yoktu. Paşa paşa sağlık karnelerini imzaladım. Ancak muayeneye gelmeyenlerinkini boş bıraktım. Onlar da ayrı bir şok yaşadılar. Karneleri olmadan çalışamazlardı. Yanlarında olmadan geneleve bile girmemeleri gerekiyordu. Böylece savaş başlamıştı. Ancak gelmemelerini kendi hataları sayıp büyük bir olay çıkarmadılar. Çünkü ertesi gün olmasa bile perşembe günü hepsi gelecekti. Polis, ortalığı huzursuz etmemek için perşembeye kadar müsamaha göstermişti. Her gelen benden sağlam raporu almış oluyordu. O gece neredeyse hiç uyumadım. 15 yıldır mesleğin bir kısmında, hayatım mikroskobu kullanarak geçiyordu. Hatta ilkokuldan beri Hepimizin yaptığı şekilde Derslerle ilgili olarak mikroskoba çok yabancı değildik. Mikroskopla soğan zarı incelemeyen kaç kişi vardır. Hepiniz bilirsiniz ki mikroskoptan bakıldığında saha tertemiz olmaz. Toz kıl vesaire görülür. Hele ki bu kadınların mesleği göz önüne alındığında, bakış alanında bir şey görmemek imkânsızdır. Hiçbir şey olmasa bile 1-2 Epitel hücresi görmem gerekirdi. Ne ile karşı karşıya idim? Sürprizlerden bıkmıştım! Onlar ise önümde sıraya girmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS