24 ŞUBAT CUMA 1961 BORNOVA İZMİR - ALİ RAMAZAN'IN 19 GÜNLÜK YAŞAM SÜRECİ

Kütüphane kolu görevini teslim aldıktan sonra, çalışma odam haline getirmiş olduğum kütüphanede günlerimi mutluluk içinde dolu dolu yaşıyordum. Kütüphaneyi akşam kapatıp eve gittiğimde, evi terk etmekte olan, bugüne kadar hiç tanımadığım, o yüzden de bizim sokakta oturmadığını bildiğim bir hanım allahaısmarladık deyip evimizden çıktı. Mahallemizin ebesi Fatma Hanımmış. Bunlar, konusunda eğitim almamış doğum yaptırabilen tecrübeli, alaylı ebelerdi. Ailemizin İlk 8 çocuğunu Mahalle ebeleri doğurtmuştu. Sadece 9. kardeşimizin doğumunu diplomalı bir ebe yaptırmıştı. Zaten o da ablamdı. Annemin bebekleri kolay doğuyor, maalesef çoğu aynı kolaylıkla ölüyordu. Odun sobası ile ısıtmaya çalıştığımız, her yanından hava alan, 19. yüzyılın ilk yıllarında inşa edilmiş bu eski ev yeni doğan bir bebek için ideal mekan sayılmazdı. Suyu, elektriği,kanalizasyonu yoktu. Okul dönüş saatlerinde güneş çoktan batmış oluyordu. Batı tarafındaki küçük penceresinden kısa bir süre gün ışığı sızdıran bu oda akşamları hemen kararır ve soğurdu. Odun sobaları kolay yanar, çabuk geçer. Pencerenin bir camını söküp yerine takmış olduğumuz sac levhanın ortasındaki delikten sokağa uzanan bacası, ters rüzgarda dumanı içeri verirdi. Allah'tan, duman havadan hafifti ve her yerinden hava alan evin, bu eksiği sayesinde dumandan  boğulmuyorduk. Odun kesme işini üzerime almış olduğum son 3 yıldır duman azalmıştı. Çünkü bütün yaz, kış için sobalık odunları büyük bir ihtimamla kesip, kuruttuğumdan, kuru odun, babamın yakın zeytinlik lerimizden günübirlik kesip getirdiği yapraklı zeytin odunları kadar fazla duman çıkarmazdı. Bir de bunlar ovadaki bahçemizden budadığımız kayısı odunları olduğu için, çok da güzel yanardı. Yeni bebeğin hayatta kalabilmesi için sobanın çok düzenli ve titiz bir şekilde yakılması gerekiyordu. Gaz lambası ışığında bebeğin yüzü gözü pek belli olmuyordu. Zaten devamlı uyuyordu. Gündüzleri okulda olduğum için ancak cumartesi günü öğleden sonraları ve pazar günleri görebileceğim bu bebek ne kadar tatlı bir şeydi. Benden 11 yaş küçük, mis gibi kokan, karbeyazı, henüz ağlamayan, bu minik kardeşten gözlerimi ayıramıyordum. Göbeği düştüğü zaman, alıp üniversitenin bahçesine gömecektim. Babamı işten atan, zeytinliklerimizi yok pahasına istimlak eden bu kurumu hiçbir zaman sevmemiştim. Ama kendim için aklımdan bile geçirmediğim üniversite talebeliğini, o anda onun için istemiş olduğumu fark ettim. Onu hayalimde büyütmüş ve üniversiteye göndermiştim. Göbeğinin düşmesini bekliyor, her gün kontrol ediyordum. Günler böyle geçiyor sabrım azalıyordu. Benden 2 yıl önce doğup 3 aylıkken ölen ağabeyim Naci için çok güzel bir çocuk olduğu halen söylenirken, bu çocuk ondan bile güzelmiş. Gözleri, bir kez görmüş olduğum anneannemin gözleri ile aynı renkti. Gök mavisi. Adı Ali Ramazan konuldu. Ben bir anlam veremedim. Bu, dedem Ömer'i ikinci kez askere yani Balkan Savaşı'ndaki ölüme gönderen büyük amcanın ismiydi. Babam bu gereksiz jesti niçin yapmıştı? Anlayamadım. Artık akşamları kütüphaneden eve büyük bir sevinçle geliyor, kardeşimin yanındaki yeri kimseye kaptırmıyordum. İçimden ona sarılmak ve hiç bırakmamak geliyor fakat bebeklere fazla yakın olmamak gerektiğini biliyordum. Çünkü onlar kolay hastalanırdı. Ben zaten bütün kış virüs kaynağı olarak dolaşıyordum. Hep hastaydım. Ne hikmetse, çocuk doğduğundan beri öksürmem,aksırmam kesilmişti. Mart ayı girmiş, Cemreler tamamlanmış, ilkbahar yüzünü göstermişti. Her taraf yeşildi. Tabiat da, kardeşim gibi bir yeni doğan telaşı içindeydi. Ben düşecek olan, göbeğin takibinde idim. Kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır denilen mart ayı, İzmir'de ilk kez bu kadar mutedil gidiyordu. 16 Mart 1961 Perşembe günü de yine öyle başlamıştı. Akşam kardeşime koştuğumda onu yerinde bulamadım. Öğle saatlerinde, göbeği düşmeden, diğer 6 kardeşim gibi sessizce bizi bırakıp gitmişti. İkindi namazına yetiştirmişler. Bornova'nın eski mezarlığı üzerinde bugün bir stadyum var. Eski mezarlıkta gömülü, ablam ve küçük ablamın Sivas'ta olmaları nedeniyle hiç görmedikleri bu kardeşim ve oraya daha önce defin edilen diğer 3 tanesi de o stadyumun zeminine dolgu malzemesi oldu.

Yorumlar

  1. Çok sevgili bilge Yaşar''ım.
    Her sabah en geç 05.00 sularında uyanır uyanmaz sabah bel sporumu yapıyor ve sonra da bilgisayarımı açar açmaz, Oberon'a bakıyor ve her denemeni mutlaka okuyorum.
    Hayatın hakikaten bir roman imiş.
    Zaman yolculuğunda geriye giderek, senin yüzünün, Konak Dispanserinde, üniversitede (seninle Bornova'da blum oynadığımızı hatırlayabildinmi), lisedeki fotoğraflarını tekrar anımsamaya çalıştım.
    Yüzünde genellikle ciddiyet ve hüzün hakimdi. Pek kahkaha atmaz ama güzel gülümserdin.
    Gözlerinden öperim.
    Levent

    YanıtlaSil
  2. Yaşar Abi yine çok güzel yazmışsın, hem duygulandım hemde eski bornova'yı, hem eski yaşamları öğreniyorum. Ofiste okumaya ara verdim. "Annemin bebekleri kolay doğuyor, maalesef çoğu aynı kolaylıkla ölüyordu" ve "Eski mezarlıkta gömülü, ablam ve küçük ablamın Sivas'ta olmaları nedeniyle hiç görmedikleri bu kardeşim ve oraya daha önce defin edilen diğer 3 tanesi de o stadyumun zeminine dolgu malzemesi oldu." cümlelerin, yazının en vurucuları. Teşekkürler paylaşımın için

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS