4 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - ÇOCUK FELCİ

- Franklin Delano Roosevelt, İzak Perlman, Francis Ford Coppola, Arthur C. Clarke, Donald Sutherland, Edip Akbayram, Birol Özgür, Dr Mustafa Bilgiç ........ve Jonas Edward Salk, Albert Bruce Sabin. Kader onların alın yazılarını aynı sayfada birleştirmişti. Son 4 isim dışındakileri, hemen hemen herkes tanıyor. Birol Özgür, dermatoloji ihtisasımı yaparken  sağlık danışmanlıklarını yaptığım İzmir özürlüler yüzme takımının elemanlarından biri. Bu takım Türkiye özürlüler yüzme yarışlarında madalyaların neredeyse tamamını topluyordu. Hastanede, nöbetçi olmadığım zamanlarda antrenmanlarına katılıp birlikte yüzerdim. Onlar benden sağlıkları ile ilgili bilgi alırken, Ben de onlardan yüzme tekniği öğrendim. 30'lu yaşlarımı sürerken, onlar 15-25 yaş arasında idiler. Bazen yarışırdık. Benim, sapsağlam 2 kol ve bacağıma karşı, onların eksik uzuvlarına rağmen, bir kere bile olsun yarış kazanamadım. Çok ciddi çalıştığım için, Ankara'ya sürgüne gittiğim 1985 yılına doğru yediğim farkı azaltmaya başlamıştım. Alsancak'taki yüzme havuzunda çalışıyorduk. Ankara'dayken hafta sonları için gelmiş olduğum günlerde bu güzel ortamı devam ettirdik.Kolit hastası olmamla birlikte noktalanan bu ilişki, havuz dışında bir çoğu ile hala devam etmektedir. Beni hiç bırakmadılar her konuda birbirimizin dertlerini bölüştük. Dr Mustafa Bilgiç,benim gibi Deri ve zührevi hastalıkları mütehassısıdır. Ben ihtisasa başladığımda o bitirip gitmişti. Fakat ilişkimiz hep devam etti. Çok sevdiğim, saydığım ve değer verdiğim bir ağabeyimdir. İzmirliler onu hekimlikteki başarısı ile bilir. Fakat o sadece hekim değil, aynı zamanda sıradışı bir sporcu ve müzisyendir. Lise öğrencisi iken Türkiye birincilikleri olan bir jimnastikçiydi. Aletli jimnastiğin halka branşında sayısız birincilik almıştır. Konaktaki Deri ve zührevi hastalıklar dispanserinde çalışırken, bazen hemen yakınlardaki muayenehanesine uğrar onun doyumsuz ud konserlerini nefes almadan dinlerdim. Milenyum sonunda muayenehanesini kapatıp, kendini emekliye ayırdı. O zamandan beri görüşemedik. Kendisini sevgiyle anıyorum. Ama duyduğum kadarıyla Kendi kurup yönettiği Klasik Türk müziği korosuyla konserler veriyormuş. Başlangıçta zikrettiğim son iki isme gelince; özel ilgiyi saymazsak, çoğumuz onları tanımayabiliriz. Her ikisi de çeyrek asır önce aramızdan ayrıldı. Hatıraları Önünde saygı ile eğiliyorum. Sıralamada bunlara kadar olan isimler, bu dahiler 1950'lerde polio yani çocuk felci aşısını bulmadan önce doğup, poliomyelitis hastalığına yakalanmış, hayata tutunmuş, ancak yaşamlarının geri kalan kısmını felçli olarak sürdürmek zorunda kalmışlardır. İlkokulda hepimize kesmeşeker üzerinde kırmızı renkli bir sıvı verildiğini hatırlarız. Bu Sabin aşısı idi. Yani zayıflatılmış , canlı poliomyelitis virüsü. Pratik olduğu için bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bu tercih edilmişti. Milyonlarca çocuğu ölümden kurtaran bu mucize inaktive aşı, maalesef minimal düzeyde de olsa canlı olduğundan bu virüsün günümüze kadar hayatta kalmasını da sağlamıştır. Amerika ve diğer zengin batılı ülkelerin uygulamayı başarmış oldukları Salk aşısı tüm dünyada aynı zamanda uygulanabilseydi, bu hastalık eradike edilebilecekti. Çünkü, Sabin gibi Polonyalı göçmen bir ailenin çocuğu olan Salk aşısını üretirken ölü virüsleri kullanmıştı. Bu konuyla ilgili teknik ayrıntılar ilgilenmeyenler için sıkıcı gelebilir. Ben bu yazıyı daha çok, önde gelen kahramanlarımdan biri olan, 80 yaşındayken bile AIDS ile ilgili aşı çalışmaları yaparken hayata veda eden Jonas Edward Salk hatırasına bir saygı olarak kaleme alıyorum. Aynı zamanda olağanüstü aforizmaları vardır. Bilimsel çalışmaları için finansal desteği sağlayan Amerikan başkanı Franklin Delano Roosevelt'in ölümünden 10 yıl sonra aşısını geliştirmiş ve hemen seri üretime geçilmesinin startını vermiştir. Patentle uğraşmamış, aklına bile getirmemiştir. 6 ile 9 yaş arasında 1000000 çocuk aşılanmıştır. Binlerce çocuk ölümden ve sakatlıktan kurtulmuştur. Böylece, 1969'da gelindiğinde, Amerikan Sağlık Bakanlığı , poliomyelitis kabusunun bittiğini ilan etmiştir. Patentle uğraşmayı zaman kaybı olarak görmüş, bu sürede ölecek çocukları düşünmüş olmalı ki o taraklarda bez dokumamış. Çocuk felcinin doruk yaptığı o yıllarda 7 milyar dolar değer biçilen bugünün yaklaşık çeyrek trilyon dolar tutarındaki bir serveti, elinin tersiyle itmiştir. Bir gazetecinin sorduğu, niçin patent almadınız sorusuna verdiği cevap her insanın kalbine kazınmalıdır. Onun cümleleriyle bitiriyor, hatırası önünde tekrar ve tekrar saygı ile eğiliyorum.
-Patent yok diyebilirim. O insanlığa ait. Güneşi patentleyebilirmisiniz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS