ARALIK 1967 ALSANCAK İZMİR GAYYUR HAYDAROĞLU, SURURİ BAYAR VE MÜFETTİŞ

Ramazan'ın ilk haftasıydı. 3 fen D lağvedilmekten kurtulmuş yoluna devam ediyordu. O yıl yeni bir not sistemi uygulanmış ancak tutmadığı için 2. dönem kaldırılmıştı. Notlar, önceden olduğu gibi 10 üzerinden değil 100 üzerinden değerlendiriliyordu. Bugün, hiç aklımda yok iken Kemeraltı'na indim. Kalabalığın içinde 10 adım ötede, züccaciye dükkanının önünde, elinde telefonla Hamit Hamit diye konuşan, ben yaşta bir adama rastladım. O da beni gördü. Bir taraftan da konuşmasına devam ediyor. Gülümsemesinden beni tanıdığını anladım. Bu Hamit, Hamit Şentürk Olmasın dedim. Hafif bir tebessümle onayladı. Bak Yanımda Yaşar var dedi. Hamit hangi Yaşar dedi. Nasıl olduysa telefonu elimde buldum. Hamit Şentürk edebiyat bölümünde okumuştu. Onunla sonradan Vakıf faaliyetlerinde beraber olmuştuk. Yıllarca süren Vakıf çalışmalarımız sırasında da birbirimizi daha iyi tanımış ve sevmiştik. Kemeraltı'nda Kundura malzemeleri işi yapıyordu. Abisi ile beraber çalışıyordu. Son zamanlarda abisini görmediğimi söyledim. Sesi titredi. Geçen yıl ölmüş. Başsağlığı diledim. Vedalaştık telefon kapandı. Zaten telefonu sevmem hemen sahibi Gayyur Haydaroğluna teslim ettim. Yıllar var görüşmemiştik. Gayyur bizim 3 fen D nin mühendislerinden. İstanbul Teknik Üniversitesi Mezunu. Eşi Profesör Doktor Ayfer Haydaroğlu, Ege Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi branşında yetişmiş bir akademisyen. Tıp fakültesinde aynı yıllarda eğitim gördük. Ben bir sınıf öndeydim. Züccaciye dükkanının önünde, bir anda kendimizi 3 fen D muhabbeti içinde bulduk. Fizik dersindeydik. Hocamız Sururi Bayar ders anlatacak bir kurban arıyordu. Birini seçer onunla birlikte dersi işlerdi. Ama cetvel, pergel kullanmak yoktu. Elinle çizecektin. Ama tebeşiri öyle bir kullanacaktın ki çemberler, pergelden, çizgiler cetvelden çıkmış gibi olacaktı. Olmadığı zaman, ya küfür ya dayak yiyecektin. Arkadaşların çoğunun, fizik defterinin arka sayfasında hocamızın bizzat ağzından çıkmış olan, cümlelerin bir listesi bulunurdu. Gülmek istediğimizde bunları okur ve kahkahamızı frenliyemezdik. Listeden hiçbirini burada yazamayacağım. Ama Sururinin talebeleri bunları ezbere bilir. Herhalde, unutmayalım diye hoca bunları her derste en az birer defa tekrar ederdi. Bu klasik sözler toplamda 40 adet falandı. Son 2 yıl herhangi yeni bir cümle eklenmemişti. Kurban bulunamadan kapı çalındı. İçeriye orta boylu, yine hocamız gibi olağanüstü temiz ve titiz giyinmiş, son derece beyefendi görünüşlü, bir Bey girdi. Bu genç bir müfettişti. Jilet gibiydi. Sakalları da öyle. Bütün dikkatimi verip baktığımda, bir köse olduğunu fark ettim. Sonradan anladığıma göre Sururi de fark etmiş. Müfettiş bir öğrencinin tahtaya kalkmasını istedi. Sururi, not defterine bakıp, son yazılıda 100 üzerinden 95 almış Gayyur Haydaroğlu arkadaşımızı tahtaya çağırdı. 1949 doğumlu Gayyur, her zaman harikulade temiz ve özenli giyinir, traşsız gezmezdi. Müfettiş sağdan soldan soruyor da soruyordu. Gayyur da işi iyi götürüyordu. Müfettiş fiziğe meraklı. Dersin sonlarına doğru tuttu Newton sabitine, girdi. Bir taraftan oruç, bir taraftan yarım saate yakın ayakta durmak, Gayyur'u yormuş, dikkatini dağıtmıştı. O ana kadar Sabır eden Sururi sevgili öğrencisinin sıkıştırılmasına daha fazla dayanamamış, bre p...... diye patladı. Ya efendi efendi yerinde otur ya da s........git dedi ve kapıyı gösterdi. Sözlerinin arasına köse kelimesini de eklemişti. Müfettiş beyefendi kelimesini de ihmal etmemişti. Herkes şaşkındı. Kendisini ilk toparlayan Muammer Zeki Alpay arkadaşımız yani namı diğer "Çok Şahane" bu tarihi ana hemen not düştü. Bir daha, hiçbir yerde tekrarlanma şansı olmayan bu son aforizmayı Sururiname listesine ekledi. Biz bunları konuşurken dükkandan Gayyur boyunda, son derece güzel tebessüm eden ve tebessümü kadar güzel bir bayan çıkıp yanımıza geldi. Bak bu Yaşar amcan diye tanıştırıldım. Gayyur'un kızı, bir deste diplomasını kenara koyup gümüş takı işine girmeye hazırlanıyormuş. Bir atölye açacakmış. Gayyur, hafif muhalefetine rağmen biricik kızını kıramamış. Evlat işte! Her şey onlar için. Bugün sabahtan beri bu iş için, malzeme vesaire peşinde koşuyorlarmış. Kızımız, konuştuğumuz mevzuyu ezbere biliyordu. O hatıraya noktayı birlikte koyduk. İşleri çoktu. Başarılar dileyip izin istedim. Bu olaydan sonra Sururi'ye herhangi bir yaptırım uygulanmadı. Atatürk Lisesi'nin Yapı taşlarını, kimse yerinden oynatamazdı. Genç müfettiş fırçasını yiyip, herhalde üzerine de bir bardak soğuk su içmişti. Sururi Bayar hocamız, yıllar önce Hakkın rahmetine kavuştu. Müfettişi bir daha görmedik. Bu olayı yaşayan bizler, hatırladıkça hala kahkahamızı tutamayız. Çocuklarımız da bizimle birlikte güler. Bugün olduğu gibi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS