EKİM 1960 BORNOVA İZMİR - 9 EYLÜL İLKOKULU KÜTÜPHANESİ

  • Ablam, küçük ablamı da yanına alıp, Sivas'ın köylerinde ebe hemşire olarak göreve başladıktan sonra, ovada bahçemizdeki işler 6 yaşındaki kız kardeşim ve benim üzerime kalmıştı. Bir yandan ilkokul 4. Sınıfa başlamıştım. Sabahçıydım. ovadaki işler için sadece öğleden sonra vaktim oluyordu. O yıl incir ve zeytin rekoltesi yüksekti. İncirleri güneş batmadan önce toplayıp tekrar Bornova'ya kabzımal hanına götürüp geri döndükten sonra ders çalışmaya imkan bulabiliyordum. 5 numara lambanın ışığında dersleri bitirip, yorgunluktan baygın halde yatağa serildikten sonra ertesi gün erkenden kalkıp tekrar aynı tempoda devam etmek çok yorucuydu. Soğuklar bastırıp, Bornova merkezdeki minik evimize gelinceye kadar bu böyle devam edecekti. Ama tempo hafiflemeyecek, şu anki Mevlana mahallesinde ve Tekstil fakültesinin arkasına tekabül eden, elimizde kalan son küçük zeytinlikteki 13 ağacın zeytin hasadı öğleden sonraki vaktimi almaya devam edecekti. 4.sınıfta dersler oldukça biçim değiştirmişti. Tarih, coğrafya,yurttaşlık bilgisi, tabiat bilgisi gibi dersler eklenmişti. Tarih kitabının kapağındaki birkaç resmin içindeki Truva Atı çok ilgimi çekmişti. Hemen, Antik Yunanlılar konusunu açıp olayın tamamını okudum. Tarihi çok sevmiştim. İlgim, hiç eksilmeden bu yaşıma kadar devam etti. Bu yoğun tempo, yılbaşına kadar sürdü. Yılbaşına birkaç hafta kala, sınıf arkadaşlarımızdan biri ailesiyle birlikte Ankara'ya taşındı. Kütüphane Kolu görevini o yapıyordu. İlkokulda sınıf mümessili, Kızılay kolu, Yeşilay kolu, sağlık kolu, temizlik kolu gibi görev paylaşımları vardı. Kütüphane kolu da bunlardan biriydi. Bu Görev için bir arkadaşımız seçilecekti. Kimse talip olmadı. Çünkü ağır bir görevdi. Sorumluluğu da çoktu. Bizim sınıf öğretmenimiz göreve başladığı, 2 yıl öncesinden beri bu görevin başkanlığını gönüllü olarak yürütüyordu. Zor olmasının nedeni, asıl amacı kitap okumayı sevdirmek olan, bu kol bütün okula, evde okuması için kitap vermeye çabalıyor fakat talep azlığından, kütüphaneden alınan kitap adedi bir türlü artmıyordu. Güzel yurdumun güzel insanları okumayı sevmiyordu. Öğretmenimiz bu konuda sıkıntılıydı. Bütün okulun hazır bulunduğu, pazartesi Bayrak törenlerinde İstiklal Marşı'nın okunuşundan sonra 2-3 haftada bir bu konuya vurgu yapardı. Yani kütüphane kolunun kırmızı zemin üzerindeki yeşil K harfini taşıyacak olan arkadaşımızın sırtında boza pişirecekti. Ben aklımdan bile geçirmiyordum. Ama öğretmen geçiriyormuş. Adımı söyledi. Ayağa kalkınca, yanına çağırdı avucundaki rozeti göğsüme taktı. Kütüphanenin 2 anahtarından birini bana teslim etti. Diğeri kendi dolabındaydı. Hiç sevinemedim. Okumayı arzulamayan, yaşları 7 ile 15 arasında değişen bu hedef kitle ile ne yapacaktım. Artık teneffüs diye bir şey benim için bitmişti. Kütüphanede çoğu cildli, yüzlerce kitap vardı. Kitap teslim iade defterine şöyle bir göz attım. Neredeyse, 2 yıldır topu topu 30 kişi kitap almış. Okumuşmu bilinmez. Almış geri getirmiş de olabilir. Ders aralarında sınıfları dolaşıyor, tek tek elimdeki kitaplardan okumalarını öneriyordum. İsteyen yoktu. Kitaplar daha çok Türk ve dünya edebiyatının önde gelen eserleri, Varlık Yayınları, Türk ve dünya büyüklerinin biyografileri, mucit ve kaşiflerin hayatları, bilim ve tarih dergileri, bağışlanan kitaplar olmak üzere çeşit açısından son derece zengindi. Baktım ki alan çok az aklıma güzel bir fikir geldi. Tembeller sırasındaki kariyerim esnasında tanışmış olduğum Yurtlu kardeşlerime kitapları vermiş gibi gösterecek, alıp eve götürüp  sonra da teslim almış gibi görünüp faaliyet varmış gibi izlenim verecektik. Onların çok hoşuna gitti. Ne de olsa kendi sınıf öğretmenlerinden eleştiri almamış olacaklar, kitap okuma  angaryasındanda kurkurtulacaklardı Defterdeki kayıtlar, öğretmenimizin 2 yılda verdiği 30 kitap rakamı 15 günde yakaladığımı gösteriyordu. Öğretmen faaliyetin artmasından memnundu.Yurtlu kardeşlerim hiçbir zaman için işin aslını söylemedi. Onlar Sır saklamayı bilirdi. Ben de öyle.  Bu arada,  okuldan eve, evden okula kitap hamallığı gibi bir yükü de üstlenmiş oluyordum. Çantam tıka basa doluydu. Kaybetme riski de cabası. Kendi kendime böyle yapacağıma, çantamı kütüphanede bırakayım dersimi de orada çalışayım Hiç değilse yolda belde yağmurda çamurda kitaplar yıpranmamış olur diye düşündüm. Çanta da taşımayacak tım. Çok mutluydum. Harika bir çalışma odam olmuştu. Evdekiler farkına bile varmadı. Annemin hamileliği ilerlemiş, bahçe işleri bittikten sonra babam vaktinin çoğunu camide geçirir olmuştu. Sabah erkenden okula gidiyor, akşam okul kapanana kadar derslerden artakalan vakti kütüphanede geçiriyordum. Kütüphanede tabii elektrik lambası vardı. Yeterli ışıkta kitap okumanın ne büyük bir nimet olduğunu orada öğrendim. Ben kütüphanedeyken, tek tük de olsa gerçekten kitap almaya gelen de oluyordu. Bu, işimi daha da kolaylaştırdı. Görünüşte verilen kitapların yanında gerçek kitapların veriliyor olması içimi rahatlatmıştı.Yurtlu kardeşlerim de, görünüşü kurtarmak için arada bir gelip imza atıp gidiyordu. Herkes memnundu. Bu iki yıl böyle sürdü.  Bu arada, madem buradayım, bu kitapları neden okumayayım sorusunu kendime sordum. Cevabı da hemen verdim. Bu benim gibi biri için inanılmaz bir fırsattı. Bütün kütüphaneyi okuyacaktım. Okulda bir çalışma odam olmuştu. Çoğu zaman kimse yoktu. Sessiz ve sakindi. İlk kez kendime ait bir çalışma masam ve sandalyem vardı. Sadece ısınma sorundu. Çünkü kütüphanede soba yoktu. Fakat bizim ev çok daha muhafazasız ve soğuktu. Sandalye ve masaya gelince, Bunlar bizim ev için bir hayaldi. Zaten İzmir'in soğuğu, birkaç aydan fazla sürmüyordu. Onun da 15 günü yarıyıl tatiliyle geçerdi. Çok mutluydum. 2 yıllık sürecek bu rüya fırsatı çok iyi değerlendirmeliydim. Okulun kapalı olduğu pazar ve resmi tatiller dışında bütün vaktimi kütüphanede geçiriyordum. Tamamını bitireceğimi ummamıştım. Ama aylar geçtikçe başaracağımı düşünmeye başladım. Pazar günleri çantamı doldurup eve götürdüğüm kitapları da okumaya başladım. 5 numara lambanın ışığında kitap okuma alışkanlığımı da kaybetmemiş oluyordum. Ne de olsa, dönüp dolaşıp döneceğim yer bu kürkçü dükkanıydı. Nitekim ilk okul bittikten sonra üniversiteyi bitirinceye kadar,ortaokul lise ve üniversite lamba ışığında çalışılarak bitirilecekti. Ancak o zor koşullara ve hayata, diğer birçok insana göre bir kütüphane artı donanımla devam edecektim. Bu inanılmaz bir fark ve avantajdı. Artık o konuşması tutuk ve kendine güvensiz çocuk gitmiş konuşulanı ve çok daha fazlasını anlayabilen gelecekten daha az korkup, önüne hangi sorun gelirse gelsin bir yolunu bulabilecek bilgilere sahip, kitap aşığı biri gelmişti. Her şey güllük gülistanlık ya da sorunsuz değildi. Ancak ümitlerime bir temel oluşmaya başlamıştı. 2 yıllık ara vermeden devam etmiş olduğum bilgi edinme harekatı başarı ile tamamlanmıştı. Bütün kitapları, hatta sözlük, dergi ve ansiklopedileri bile soluksuz okumuştum. Bir de, eldeki bilgi ile hiçbir şekilde yetinilmemesi ve bunlara devamlı eklenti yapılması gerekliliğini öğrenmiştim. Bugün bile, bilgilerime yeni bir kelime eklemeden geçen günlerin kayıp olduğuna inancımı taze tutmaktayım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS