ŞUBAT 1986 DIŞKAPI ANKARA TAZE KAN YENİ HEMŞİRELER

Yılbaşında, Sıhhiye'deki Belediye Hastanesi'nden geçici görevle gelip, bir ay süresini tamamladıktan sonra geri dönen hemşirelerin yerine, Şubat başında Suzan ve Ayşe hemşire hanımlar göreve başladı. Mecburi hizmetim bitinceye kadar, bu şekilde Belediye Hastanesi'nin bütün hemşireleri ile çalışma şansım oldu. Buradaki çürümeye müsait ortam, daha uzun süreli görevleri kaldırmazdı. Hepsi görevlerini layıkıyla yapıp, bu ortamdaki çamurun üzerlerine sıçramasına izin vermediler. Ancak, diğer personel eskinin devamıydı. Değişmeleri gerekiyordu. Başhekim vekili dahil hepsi. Ama böyle bir yetkim yoktu. Şubatın ilk haftasında rutin işlerimizde herhangi bir aksama olmadı. Fakat 2. hafta başı ahlak polisinin yakalayıp getirdiği, 10 kişilik bir gruptan 3 tanesinde zührevi hastalık çıktı. Tedavi için hastaneye yatırdım. Bir tanesi çok sorun çıkardı. Yatmam diye tutturdu. Neyine güveniyorduda, yasaya karşı çıkıyordu. Fazla gecikmeden sebep ortaya çıktı. Hastanenin telefonu susmuyordu. Devamlı aranıyordum. Kimler aramadı ki. Belediyeden, Meclisten, Sağlık Bakanlığı'ndan, resmi dairelerden olduğunu söyleyen bir sürü erkek vatandaş, sorun çıkaran kızı soruyor, onu taburcu etmemi istiyorlardı. Doğru söylemediklerini düşündüm. Üzerimde baskı kurmak için böyle söylüyorlardı. Ama bir tanesini gözardı edemedim. Telefondaki, GATA baş hekimi Tümgeneral, Profesör Operatör Necati Kölan Paşa olduğunu söylüyordu. Bu ismin Aslı, benden çeyrek Asır önce doktor olup aynı zamanda pilot idi. 1975 yılının sonbaharında Samsun'da son Sıhhiye Yedek Subay devresi olarak askerliğimi yaparken orada da adı geçmişti. Zannediyorum hekim olarak General rütbesine terfi etmiş ilk subaydı. Normalde Tabipler en fazla albay rütbesine yükselir ve emekli olurlardı. Paşa yatırdığım kızı soruyor, hakkında bilgi istiyordu. Ne diyeceğimi şaşırdım. Zaten telefonu pek sevmezdim. Diğerlerinden farklı olarak, ahizedeki ses son derece otoriter, kararlı ve soğuktu. Sormuş olduğunuz telekız falanca, bel soğukluğu teşhisi ile tarafımdan hastaneye yatırılıp tedavi altına alınmıştır dedim ve noktaladım. Telin iki ucundan, birbirine buz gibi bir hava esti. Sessizlik oldu. Karşı tarafın çok bozum olduğunu hissettim. Herhalde ricacı olan kişi, onun, hanım diye bahsettiği kadının bir telekız olduğunu söylememişti. O şaşkınlığını atamadan, hastanız için gereken yapılacak, üç dört gün içinde, hastalığı kontrol altına alınır alınmaz da devam tedavisi verilip, taburcu edilecektir diye sözümü bitirdim. Teşekkür ederim doktor bey lafını duyduğumda, hattın öbür tarafındaki kişinin hakikaten söylediği kişi olduğuna inandım. Kadın, ortalığı ayağa kaldırmakta haklıymış. Bu kadar güçlü bağlantıları olan biri, kolay hizaya gelecek değildi. Hastaneden, kendi personelimin de işin içine karıştığını hissediyordum. Bu personelle işim işti. Kadının tedavisi tamamlandı. Taburcu ettim gitti. Ama telefonla tacizler başladı. Bir sürü telefon sapığım olmuştu. Sinirlerimi bozuyorlardı. Bütün ailemi katarak, ölmüşlerimi de ihmal etmeden inanılmaz küfürler sıralıyorlardı. Çareyi hiçbir telefona çıkmamakta buldum. Personele de, arayanın muhakkak kendisini tanıtmasını, tanıtmazsa telefonlara çıkmayacağımı söyledim. Personel içten içe keyif alıyordu. Onlara göre nihayet belamı bulmuştum. Yine de gafil avlayıp, karambolle karışık ahizeyi elimi tutuşturdukları oldu. Bu şekilde, arada bir sapıkların küfürleri kulağıma kadar ulaştı. İzmir'de de gerek bulaştırıldığım ticari alanda gerek dispanserde, hasta çıkıp rapor alamayan risk grubu tarafından bu tür tacizlere maruz kaldım. Sonra kesin bir karar aldım. Arayan telefon bırakacak, ikna olursam ben arayacaktım. Ne kurumda ne evde bir daha hiçbir telefonu açmadım. İşte meşhur telefon fobim böyle oluştu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS