10 AĞUSTOS PERŞEMBE 2000 ÇEŞMEALTI İZMİR SIĞ SU BOĞULMASI

Alper Çizgenakat. Çeşme'ye yolu düşenler bu ismi daha çok Devlet Hastanesi'nin ismine bitişik olarak duymuşlardır. 1990'lı yılların başlarında, Alper'in ailesi, yazlıklarının yüzme havuzunda nefes antrenmanı yaparken, suyun dibinde ölü  olarak buldukları, biricik evlatlarının anısını yaşatmak ve o gün bir hastane olsaydı, kurtulabileceğini düşündükleri evlatlarından sonra, bu tür acılar yaşanmaması için, çok değerli arsalarını, Devlet Hastanesi  yapımı için bağışlamışlardır.
İzmirliler, bunaltıcı yaz sıcaklarında,buldukları her fırsatı değerlendirip, uzak ya da yakın plajlara akın edip,  serinlemeye çalışırlar. Çeşmealtı da bunlardan bir tanesidir. 10 Ağustos 2000 Perşembe günü kolit hastalığım ağırlaşmıştı. Devamlı ishal, kanama, elektrolit kaybı neticesi 60 kiloya kadar inmiştim. İşe zor gidiyor, hasta muayenelerini bile güçlükle yapabiliyordum. Hastalığımı göz önüne alarak, izne çıkmıyor, rapor almama prensibimi bozmamak için yedekte tutuyordum. Devlet memurları yıllık izinlerinin 2 aydan fazlasını biriktiremez. Fazlası yüce devletime armağanım oluyordu. Yani yanıyordu. Son bir gayretle cuma günü de çalışıp, 2 aylık izne çıkacak ve meslektaşlarımın eline düşüp, kendimce iyileşmeyi ümit edecektim. İş dönüşü, Saat 6 civarında, kardeşim ağlamaktan gözleri şiş bana uğradı. Ablamın 31 yaşındaki sınıf öğretmeni oğlu Hüsnü, annesini ve küçük dayısını yani kardeşimi onun 5 yaşındaki oğlu ve eşini arabasıyla Çeşmealtı'na plaja  götürmüş. Yeğenim, Öğretmen Hüsnü dışında yüzme bilen yok. Diğerleri çakılların üzerine oturup çıplak ayaklarını denize uzatmakla yetiniyor. O yüzden, yeğenim Hüsnü, annesinin hemen önünde, suyun üzerine yatıp, başı suyun içinde nefes tutma antremanı yapıyormuş. İnsan, maviliği bulunca,  dertlerini unutup ufka dalar gider ya. Ablam da öyle yapmış. Ne kadar sürdüğünü hatırlamıyor. 5 ya da 10 dakika. Önüde oğlunu göremeyince, hemen fırlamış. 3 metre ilerde, hafif dalgalı denizde oğlunun mayosunu fark etmiş. Hemen denize koşmuş. Deniz zaten sığ. Git git 1 metre bile yok. Vücut iki büklüm suyun içinde, sadece mayo dışarıda. Can çekişen oğlunu kapıp sahile çekmiş. Çılgın gibi, Urla Devlet Hastanesi'ne götürmüşler. Hastanede ölmüş.
Boran Can Tayşi, Bilkent Üniversitesi öğrencisi. 20 yaşında. Anne, baba ayrılmış . Her ikisi de meslektaşım. Babasıyla tanışmadık. Annesi Canan, Ben asistanken lise öğrencisiydi. Yazları, annesi Melek Albayrak'ın işlettiği Cem pansiyonun demirbaş müşterisi idik. Liseyi bitirdikten sonra Eskişehir Tıp Fakültesi'ni kazanmış eşiyle de orada tanışmıştı. Hatta bir yaz,ona, bütünlemeye kaldığı anatomi dersinde, çalışmasına yardımcı olmuştum. O günden beri hiç karşılaşmadık. Geçen yıl Haziran sonunda Çeşme'ye gittiğimizde acı haberi öğrendik.  Dr. Canan, eşinden ayrıldıktan sonra, büyüğü kız, küçüğü Boran Can olan iki çocuğu ile Aydın'a yerleşmiş.  O yıl temmuz ayında kızının mürüvvetini görecekmiş.  Üniversiteye başlayan oğlu 2. sınıfa geçip, tatil için Aydın'a döndüğünde, sıcaktan bunalıp serinlemek ve nefes antrenmanı için teyzesi Sabriye ve dayısı Cem ile yüzme havuzuna gitmiş. Boran Can, aynı zamanda profesyonel dalgıçmış. Havuza girip, suyun 2 metre dibinde sırtını duvara dayayarak nefes tutma antrenmanına başlamış .  Bir süre sonra etraftakiler bir terslik olduğunu fark etmiş. Hemen havuza atlayıp çıkarmışlar. Yarı ölü halde hastaneye yetiştirmişler. Yoğun bakımda eceline 8 saatten fazla direnememiş. Bundan 1 yıl kadar önce, yine Ege'de, 30 yaşlarındabir profesyonel dalgıç aynı şekilde ölmüştü. Boran Can olayına kadar, yani 30 yıllık bir süreçte, ölüm nedenleri ile ilgili, tatminkar bir cevap bulunamamıştı. Nedendir bilmiyorum, hiçbirine otopsi  yapılmamıştı. Sığ su boğulmalarının sebebi dalgıçlıkta bilimsel olarak açıklanıyor. Borancan olayından sonra, bu ölümlerin nedeni de aynı kategoride kabul ediliyor. Tüpsüz, 1-2 metre suda nefes tutma esnasında tamamen bilmezlikten kaynaklanan bir hareket yapılıyor. Baş suyun içindeyken, ciğerdeki bütün hava üflenerek suya veriliyor. O havanın yarattığı su kabarcıkları, hemen gözünüzün önünde yukarıya doğru o kadar güzel süzülür ki, hipnotize olmuş gibi seyredersiniz. Aslında yapılması gereken, o havanın kısım kısım verilmesidir. Hepsini verirseniz bir süre daha nefesinizi tuttuğunuzda parsiyel oksijen basıncı o kadar hızlı düşer ki, beynin oksijen ihtiyacının kritik sınırı hızla aşılır. Vücut, Senkop geçirir yani bayılır. Larinks kendini kapatmaya fırsat bulamaz. Akciğerlerde hiç hava kalmadığından, vakumlu bir torbaya dönmüş olur. Ağız zaten açık ve suyun altında. Akciğerlere su dolar. Bunu yaşayıp da kurtulan azdır. Son zamandaki görüşler böyle. Yeğenimi kaybettikten 18 yıl sonra, niçin öldüğünü anlamış oldum. Ne kadar anlamsızca öldüğünü öğrenmek, acımı daha da arttırdı. Önümüz yaz. Dikkat!!! Alman okullarında, yüzme konusunda en ayrıntılı bilgiler öğretiliyor. Hem de uygulamalı olarak. Dilerim Bir gün o seviyeye geliriz.

Yorumlar

  1. Eğitimin ne kadar önemli olduğunu, soyut değil somut olarak yaşamla ilgili görsel işitsel canlandırmalarla, oyunlarla çok daha kolay ve kalıcı öğrenme sağlanabileceğini yıllar önce birçok bilim insanı belirlemiş. Ama biz daha kendi ülkemizi koruyamazken nasıl eğitimi düzeltip ülkemizi kalkındıracak nesiller yetiştirelim. Çok faydalı bilgi için sağolasın; yeni paylaşacağın güzellikleri bekliyoruz. Saygılarımla,

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS