6 MAYIS 1972 ÜNİVERSİTE TAVLASI

Üniversite tavlası en az 4 kişiyle oynanan bir oyun. Yan yana yerleştirilmiş sehpa ya da masa üzerindeki tavlalarda oynanır. Tavla oynamayı hiç bilmezdim. Tıp fakültesi 2. Sınıftayken 2351 numaralı sınıf arkadaşım Ertuğrul Özer tavla oyununu çok sever ve çok da iyi oynardı. 2350 numaralı öğrenci olan ben ise tavlayı bilmez ve ilgi de duymazdım. Numaralarımız yan yana olduğu için bütün derslere, teorik olsun, pratik olsun aynı zamanda girdiğimizden boş zamanlarımız da birlikte geçiyordu. O boş zamanlarda kahvede kendisine bir tavla arkadaşı lazımdı. Levent Ünsal kardeşimin de bildiği gibi, ben blum oyununu daha çok seviyordum. Ertuğrul da blum oyununda çok zayıftı. Ne zevk alıyordu ne zevk veriyordu. Ertuğrul Atatürk Lisesi'nden okul arkadaşımdı. Bütün Atatürk Liseliler gibi her konuyu pratikten çözme konusunda uzmandı. Sana tavla oynamayı öğreteceğim diye tutturdu. Bilen iyi bilir, ilk başlayan kapıları saymadan oynayamaz. Vazgeçsin diye, acemiliğimi abartarak ve sayıları da gevezelikle oynayarak öğrenmeye direndim. Ama kaybeden çayları ödediği için o öğretmenlikten vazgeçmedi. Ben yenilmekten o yenmekten bıkmamıştık. Ben onun çay ağacı, gazoz ağacı olmaya devam ettim. 1 yıl kadar sonra, bir gün bana diplomamı verdi. Ne ben anladım ne o. Bana 6 - 0 yenilmişti. Sonraki maçlarımız, o kadar iddialı oluyordu ki, çevremiz seyretmek isteyenlerle kalabalıklaşır olmuştu. Hocam beni eş olarak alıp, iki rakip bularak üniversite tavlası seanslarımızı başlatmıştı. Üniversite tavlasında, biri zar atar, eşi zar atmadan aynı sayıları oynar. Herkesi yeniyorduk. Sınıf arkadaşlarımız bizimle başa çıkamayınca,eşler zar atarak belli olsun, büyük atanlar küçük atanlarla oynasın teklifini dayattılar. Böylelikle genelde hocamla rakip oldum. Rakip olduğumuzda bana çok sinirleniyordu. Ben ona hocam diyordum o da bana Çekirge. Ben daha sonradan, tavla kariyerime, kahvelerde yaşlı oyuncuları seyrederek, karışık tavla denilen ve oldukça karmaşık bir oyunu da ilave ettim. Hocam bunu bilmiyordu. Ama kolay öğreniyordu. Fakat karışık tavla,düz tavlaya göre çok tecrübe isteyen bir oyundu. Müptecil, Hepyek, Hapis ve düz tavla sırasıyla tur bitiyor, hedef skoru buluncaya kadar turlar devam ediyordu. Hocama çay ve gazoz karşılığı bu dersleri uzun süre vermeme rağmen beni hiçbir zaman yenemedi. Ama düz tavlada sonuç ortadaydı. Üniversite tavlası genelde düz tavla olarak oynanırdı. Çünkü genç nesilden, karışık tavla bilen 4 kişiyi bir arada bulmak neredeyse mümkün değildi. Arada sırada, hiç tanımadığım ve tanınmadığım çevrelerde de karışık tavla oynama teklifi aldığımda, kimseyi reddetmedim. Çok güzel maçlar hatırlıyorum. Bunlar hep yaşlı kimselerdi ve saygısızlık etmediğim için, beni iyi bir rakip görüp, her zaman beklediklerini beyan ederlerdi. Rakiplerimden daima genç olduğum için şaşırıyorlar, ve nasıl öğrendiğimi soruyorlardı. Yaşlı abilerimi sessizce ve oyuna karışmadan seyretmeyi başarabildiğim için öğrendiğimi söylediğimde çok gülüyorlardı. Tavlada seyirciler karışmadan duramaz ve bir taraf gıcık olur. Yendiğim de aşırı sevinmem, kaybettiğimde tebrik etmeyi ihmal etmem. Bu yaşlı dostlarımdan sadece bir tanesi hayatta. Oda 1933 doğumlu İbrahim abi. Tavla oynamayı, 1999 yılında hastalanınca bıraktım. Tavla kariyerimde, hiç unutamadığım 2 büyük müsabakam var. İkisi de üniversite tavlası. Bir tanesi 1979 yazında. Yer karşıyaka. Birkaç gün önce, yaş haddinden emekli olan, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi idareci ve öğretim üyesi, protez kürsüsünden, Profesör Doktor Atilla Kesercioglu'nun evindeyiz. Eşlerimiz yaz tatilinde. Atilla ile aynı kürsüden Profesör Ferit ve Atilla'nın bir iş adamı arkadaşı ve ben dört kişiyiz. Atilla ve arkadaşı kariyerine yeni başlamışlar. Akşam yemeğinden sonra ne yapalım derken, Atilla evindeki tavlayı çıkarıp sırayla oynayalım biri şampiyon olsun dedi. Profesör Ferit, biri oynayacak, diğerleri onu mu seyredecek diye itiraz etti. Bir tavla daha olsaydı, üniversite tavlası oynardık dedim. Der demez, Ferit fırlayıp gitti. 10 dakika sonra kolunun altında bir tavlayla döndü. Atilla da Atatürk lisesinden okul arkadaşımdı. Zar atıp takımları belirledik. Ben Ferit'le eşleştim. Atilla'yı karşıma aldım. Akşam yedide başladığımız oyun fırtına gibiydi. Bir türlü kopmuyordu. Bir baktık sabah olmuş. Herkes işe gidecek. Atilla'nın takımı bir sayı önde. Son yapalım dedik. Onlar avantajlı. Biri yense, diğeri yenilse bile kazanacaklar. Zar Atilla ile ben de. Pulları toplamaya başladık. Onlar önde. 3 Atış sonra oyun bitecek. Zar benim elimde. Atilla ile eşi moral bozmak için kalkıp göbek atıyorlar. Ben bir hafta kadar önce Almanya'dan dönmüştüm. Erken sevinmeyin, Almanların bir sözü vardır bitmeyince bitmez. Attım düşeş geldi. Onlar istifini bozmadı. Atilla attı. İki pul aldı. Bize iki tane daha ve kesinlikle düşeş lazım. Bu arada Onların da, herhangi bir çift atmaması gerekiyor. Yine Düşeş Attım. Atilla yine atamadı. Bir pulları kaldı. Ferit'e kalk oyna dedim. Ferit heyecandan sapsarı. Oynayacak hali yok. Oynamazsan atamam, onlar çok oynadı sıra bizde dedim. Dördümüz de ayaktayız. Şeş hanesinde bir, caar hanesinde 3 pulumuz var. Attım, kimse bakamıyor. Ferit bana sarılmış, zıp zıp zıplıyor. Atilla'nın takımı mosmor. Sonraki yıllarda ne zaman Ferit ve Atilla hocamla bir araya gelsek, Ferit güler, Atilla bozulur. Bana, ulan bir kere şans yüzüne güldü, o da bize denk geldi diye çemkirir. Diğer maçı, bir Hıdırellez günü oynadım. Yer Bornova'da Çekonun Kahvesi. 6 Mayısta İzmir soğuk değildir. 3.sınıftayız. Cumartesi günü. Ders yok. Tavlayı bana öğreten, emekli kadın doğum uzmanı Ertuğrul Özer, emekli Profesör Doktor Mehmet Dinçer, Çanakkale'de askerliği birlikte yaptığımız ve o günden beri de görüşemediğimiz Dr Adil Dereli ve Ben zar atarak takımları belirledik. Ben Adil ile eşleştim. Hocamı karşıma aldım. O gün puslu ve kasvetli bir hava vardı. İçimde, bu tür maçlarda duyduğum  coşku yoktu. Yine de Hocamı elimden geldiğince zorladım. Sabah 10 da başladık. Öğlen maçtan kalkmayıp, çay eşliğinde yandaki pideciden yaptırdığımız bir buçuk porsiyon kıymalı yumurtalı yedik. Akşamada aynı tarifeyi uyguladık. Öğle vakti oradaki esnaf arasında bir arbede yaşandı. Kamber diye biri hasmını bıçaklamış. Ortalık kan gölü. Polisler geldi adamı kelepçeleyip götürdü. 14 Mart 1972 yılında hizmete açılan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yakındaydı. İki yaralıyı hastaneye götürdüler. Biri bıçaklıyandan alacaklı diğeri de onun avukatı imiş. Biz istifimizi bozmadan, kahve kapanıncaya kadar oyuna devam ettik. Her iki tarafta skor 200 lerin üzerinde idi. On İkiye on kala,son oyun dedik. Hocam Ertuğrul ve Mehmet Dinçer 3 oyun öndeydi. Bizim takım iki marsla 4 sayı verdi. Bu uzun maratonu 7 sayı farkla karşı taraf kazandı. Hıdırellezi böyle kutladık. Ertesi gün yorgun kalktım. Ama pazardı. Tembellik edip 12'ye kadar uzandım. Üzerime güneş doğduğu pek nadirdir. Dışarı çıktım. İzmir'in meşhur Yeni Asır gazetesinin manşeti beni olduğum yere sabitledi. Tek bir kelime yazıyordu. Asıldılar. Bir gün önce, yani hıdırellez günü sabaha karşı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara'da, tam 47 yıl önce bugün idam edilmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS