CENNETE 2 BİLET

Yaşam yörüngenizde ilerlerken, binlerce insanla karşılaşırsınız. Bunlardan çoğunu seyredersiniz. Bir kısmınla hiç konuşmassınız. Bazısını hemen unutursunuz. Bir kısmını hiç unutmazsınız. Bir kısmından etkilenir, bir kısmını umursamazsınız. Bazıları da vardır ki, onlar bir elin parmakları kadar ya var ya yoktur. Onları, kendinize örnek model alırsınız. Yeri geldikçe onlardan bahsedeceğim. Örnek aldığım insanların bazısının ismini bile bilmiyorum.  Ama kendime örnek aldığımı ve niçin aldığımı çok iyi biliyorum. Bunlardan biri de biyokimya uzmanı Dr. Özcan German' dır. Tıp fakültesi 2. Sınıftayken, biyokimya laboratuvar pratiğinde, cam malzeme ile boğuşurken, son derece özenli giyimli, kravatlı, tertemiz uzun beyaz önlüklü, orta yaşlı, olağanüstü nazik başasistan, düzgün türkçesiyle, doktor olduğunda, etrafındakiler, doktor olmuş fakat bir pipet tutmasını dahi bilmiyor demesinler diyerek, sabırla didindi ve bana pipet tutmayı öğretti. Özcan bey sayesinde, biyokimya laboratuvarına ısındım. Ve bu dersi hem sevdim hem öğrendim. Özcan Bey ileriki yıllarda, bu kadar emek vermiş olduğu halde,kürsü içindeki nazik dengelerin el vermemesi üzerine, kariyerden çekilip özel laboratuvarına devam etti. Beyefendiliğini ve öğretme sevgisini örnek almaya çalıştığım bu değerli meslektaşımla bir daha dünya gözüyle karşılaşmadık. Erken kaybını çok sonra öğrendim. Açmış olduğu German Tıbbi Tahliller Laboratuvarı'nı, 2006'nın mayıs ayındaki kapanışına kadar, aynı yoldan gidip, aynı ihtisası yapan doktor yeğeni devam ettirdi. Ankara'daki mecburi hizmetimi, 1987 yılında tamamlayıp İzmir'e döndüğünde, görev yapacağım Deri ve Zührevi Hastalıklar Dispanseri,Konak Doğum Hastanesi'nin yanındaki Diş Hastanesi'nin önünde, minik tek katlı düzayak bir binaydı. Buradaki hizmetimin 7. yılında birileri teklifsiz gelip, Dispanseri gezdiler. Sağlık Bakanlığı Teftiş Müdürlüğündenmişler. Bu kurumun elemanları ile birkaç sefer karşı karşıya geldik. Hala daha ne işe yaradıklarını anlamış değilim. Hak edip etmediklerini bilmediğim, bir itibar görüyorlardı. Bu itibarın içinde biraz korku da vardı. O korkuyu bazıları hissetmiş olabilir. Fakat ben hiç hissetmedim. O gün de hiç hissetmedim. Sonradan anladım ki binamızı  beğenmişler. Çalışma mekanı olarak göz koyup, bizi çıkarıp binamıza yerleştiler. Çıkmamız için de bize 10 gün süre tanıdılar. Şaka gibiydi. Sağlık hizmeti veren bir kurum kapatılıyor, binamıza göz koyan birkaç müfettiş, kışın ortasında bizi kapının önüne koyuyordu. Yaşamasam inanmazdım. Bakanlığın böyle bir şeyden haberi var mıydı? Yoksa, kurum içinde bir oldu bitti miydi? hiçbir zaman anlayamadım. Dispanserden hiç kimsenin de anlayabildiğini de sanmıyorum. Bildiğim tek şey, Sağlık Müdürlüğü'nden bir yetkilinin, o civarlarda uygun bir bina bulun, kiralayalım dediğiydi.  Başhekim Dr.Meral Gürsoy ile beraber Konak bölgesini didik didik edip, uygun bir yer aradık. Dr. Meral Gürsoy, çocukluğunda yaşadığı, Konak bölgesinde pek bilinen ve taradığımız yerin merkezi olan, Arap Fırını denilen bu yeri avucunun içi gibi biliyordu. Konaktaki katlı otoparkın arkasında, German işhanının 3. katı ve hemen bitişiğindeki Güler işhanının 3. katı boştu. Bugün Kuşadası'nda özel bir hastanenin dermatoloji uzmanlığı görevini yürüten, 40 yıllık arkadaşım Meral, olağanüstü pratik ve pragmatik yapısıyla, iki katı birden tutup, arasına bir kapı açtırıp, 10 santimlik seviye farkını da eğik bir düzlem çözümüyle halledip, muayeneleri  hiç aksattırmadan,verilen sürenin bitiminde yeni yerimize taşınma işini başardı. Dispanserin girişi German işhanında idi. Girişin sol tarafında, bugün Çeşme'ye taşınarak faaliyetine devam eden Fatih Eczanesi vardı. Birkaç basamak çıktıktan sonra genişçe bir antre ve oradan üst katlara çıkan dönerli bir merdiven vardı. Bu dar ve loş merdivenler kullanılmaktan aşınmıştı. Bizde 20 yıl kadar bir süre aşındırdık. Birkaç müfettişin kaprisi uğruna, bu sağlık  kurumuna müracaat eden, on binlerce genç, yaşlı, hamile, çocuk hasta insan 20 yıl boyunca  bu basamakları, 3 katı çıkıp inerek aşındırdı. Bu kerameti kendinden menkul müfettişlere de bunun hesabını soran olmadı. Merdivenin sağında German tıbbi tahliller laboratuvarı bulunuyordu. Örnek insan, biyokimya uzmanı Dr Özcan German uzun yıllar, ölünceye kadar burada çalışmış. Fatih Bey ve laboratuvarı devam ettiren ağabeyi, Özcan beyin kız kardeşinin çocukları yani yeğenleri idi. Hep birlikte güzel günlerimiz oldu. Laboratuvarda çay içerken  oturduğum, siyah deri koltuğun tam karşısındaki duvarda Özcan Beyin çerçevelenmiş bir resmi vardı. Sabahları, mesai öncesi, çay içerken ki muhabbetlerde, sıklıkla ondan da bahsederdik. Fatih Bey, 1980'li yılların ortalarında, eczacı olan eşinin adına Çeşme'de Canan Eczanesi'ni açmıştı. Fakat başka eczane olmadığı için, nöbetçi eczane işini de tek başına üstlenmesi gerekiyordu. Çeşme'de, sezon dışında, o yıllarda in cin top oynardı. Yani çeşme'deki eczanenin personel çalıştırma konusu bir sorundu. İzmir'deki eczanede de epey bir personel çalışıyordu. Meslekle ilgisi olanlar bilir. Eczane personeli çok değişik yapıdadır. Onları çalıştırmak, idare etmek, verim almak kolay değildir. Fatih Bey, 2. mübadelede, İzmir'e göçmüş bir Girit göçmeni aileden geliyor. Bizim deyimimizle kırtikozdur. Babası 1929 doğumlu Ali Amca, 1950'li yıllarda Altay'da, uzun yıllar savunmanın sağında bek olarak futbol oynanmıştır. Asıl mesleği, babasından öğrenip, ağabey ile birlikte devam ettiği kunduracılıktır. O yıllarda kunduracılık önemli bir meslekti. Aydemir kundura bu ailenin lanse ettiği bir markadır ve bugün hala devam etmektedir. Fatih Bey eczacılık fakültesine gitmeden önce de bir deniz tutkunuydu. Karşıyaka kulübü'nün lisanslı yelkencisiydi ve milli bir sporcuydu. Bugün hala denize ve teknesine aşıktır. Yarışlara katıldığını duyuyorum. İzmir'deki işlerini, arada bir takip için gitmesi dışında, Çeşme'ye temelli yerleşmiştir. Fatih Bey tanıdığım en düzgün insanlardan biridir. Personeline daima adil davranmıştır. İşyerlerinden düzinelerce eleman gelip geçtiği halde, hiç birini işten çıkarmamıştır. Daha iyi bir iş bulan olursa, onlara da zorluk çıkarmadan bonservis vermiştir. İzmir'deki eczanesinde çalışan bir kalfa, onun yanından emekli oldu. Zannımca, bir Asperger sendromuydu. Hiçbir eczanede dikiş tutturamamış, ama Fatih Bey onu 20 yıl çalıştırıp emekli etmişti. Fatih Bey ile aramızda espridir. Ben ona, bu eleman senin cennete giriş biletin diye takılırdım. O da gülüp, kafa sallardı. Birkaç gün önce, bayramın 2. günü, Fatih Bey'e ait, kiralık apart daireler ve ŞOK marketin bulunduğu mekanın arkasındaki otoparkta gördüğüm bir yuki seleli elektrikli bisiklet içimi burktu. Bu orada öylece öksüz duran, üç tekerlekli minik kasalı bisiklet geçen yıl Eylül ayında, lösemiden ölen İdris'indi. Bu araçla dolaşırdı. Sabah yürüyüşlerinde karşılaşırdık. Fatih Bey'in hatırına, bana selam vermeden geçmezdi. Nevi şahsına münhasır bir kimseydi. Fatih Bey onu yanında barındırır,ufak tefek işler yaptırırdı. Kimi kimsesi yoktu. Fatih Bey'e zaten bir cennet biletin var diye takıldığımda, gülerek bu da yedek deyip geçerdi. İdris son yıllarında lösemi ile savaştı. Bu kimsesiz garibin, kimsesi Fatih Bey idi. Fatih Bey'in daha kaç tane yedek Cennet bileti vardır bilmiyorum. Çünkü bu konulara pek girmez. Ama bildiğim bir şey var. Erken kaybedilen, fikrimce küskün ayrıldığı Ege Üniversitesi'nde rektörlük yapmış olan hocalarımın hiçbirinden aşağı kalmayacak nitelikteki Özcan Bey, bugün yaşıyor olsaydı, yeğeni Fatih Aydemir ile gurur duyardı. Nur içinde yatsın.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS