HAC MEVSİMİ 1962

1912 Balkan Savaşı doğumlu babam 50 yaşını doldurmuştu. Hapisten çıkalı 15 yıl oluyordu. Kendince işlerini yoluna koyup, Kabe'nin bulunduğu Mekke şehrine yerleşecekti.  Beş vakit namazını, kıble şu taraftamıdır bu taraftamıdır düşünmeden, kabeyi karşısına alıp kılmayı hayal ediyordu. Gidecek, geri gelmeyecekti. Ancak, onu çok dikkatli izliyordum. Bunu gerçekleştirecek stratejiyi asla kuramadı. O 15 yıl içinde, şu an sadece ikisi hayatta olan 7 çocuk sahibi olmuştu. Mallarını elden çıkarmış ve aldığı cüzi paraları değerlendirememişti.  Ailesini bir arada tutacak, bir düzeni yönetecek bir evlat da yetiştirememişti. Kalanlar için gözle görülür bir maddi kaynak da yoktu. Yani onunkisi ham hayalden ibaretti. Babamın bu Mekke aşkı, tarih okumaya başladığımdan beri, Arabistan'a extradan odaklanma nedenimdi. Ölünceye kadar Arabistan'da yerleşme fikri, hayali olmaya devam etti. Son 2 yıldır hacca seyahat resmi olarak kapalıydı. 1962 yılında açıldı. Hamile Annem ve kız kardeşim ablamın yanında, yani Sivas'ta idi. Küçük ablam ile beni annesinin yanına bırakıp hacca gitmeye karar verdi. O yıl hac mevsimi ağırlıklı olarak mayıs ayındaydı. Ben muhaliftim. Arabistan, babamın zannettiği gibi İslam peygamberinin çevresince yönetilmiyordu. Ve orada, onun hayal ettiği gibi bir İslamiyet de yoktu. Son 200 yıldır sapkın vahhabilik ve yabani suudilerin zulmü altındaydı. Osmanlı'nın güçlü döneminde,hicaz eyaleti peygamber toprağı olarak saygı ve maddi yardıma layık görülüyordu. Ortalama 250 eyaleti olan bu imparatorluk, her yerden vergi alırken, oradan vergi almıyordu. Üzerine,kutsal emanetlerin korunması ve bakımı için, 40 deve yükü altın gönderiyordu. Bu yüzlerce yıl devam etti. Ta ki vahhabilik sapkınlığı ve kanlı suudi ayaklanmaları ortaya çıkıncaya kadar. Devlet bu ayaklanmaları bastırmış ve elebaşını İstanbul'da idam etmişti. Dünyanın o zamanki süper gücü İngiltere, petrol olduğunu bildiği bu toprakları kontrol etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Sözde arkeolog, aslında casus Gertrude Bell masa başında, Arabistanlı Lawrence denilen sapık İngiliz subayı sahada, Arap yarımadasının bugünkü siyasi sınırlarını dizayn etmişlerdi. Bu toprakların sahibi Osmanlı Devleti, 1. Cihan savaşı'na girmiş, çıktığında da bu İngiliz dizaynı haritayı kucağında bulmuştu. Bu iki casusun tahrikleri ve İngiliz altını, Türk düşmanı hain Arapları harekete geçirmişti. Bu hain ulus, peygamber topraklarını savunduğunu sanan Türk askerini arkadan vurmuş, kellelerini 1 İngiliz altınına İngilizlere satmıştı. Bunları babama anlattım. Aslında üvey kardeşlerinin babası Nuri ustadan da aynı şeyleri dinlemişti. Osmanlı Çanakkale'de yendiği İngilizlere, alçak Arap destekli Hicaz cephesinde yenilmişti. Nuri usta da o cephede esir düşmüş, ancak 1920 yılında ülkesine dönebilmişti. Babamın din kardeşim dediği Araplar işte bu hainlerdi. Babam kararlıydı. Nisan ayında pasaport işlemlerine başladı. Ancak Arabistan Türk parası kabul etmiyordu. Hıristiyan Amerikan dolarından başka para ile oraya gidilemiyordu. Bu, babamı biraz hayal kırıklığına uğrattı ama gitmekten vazgeçirmedi. Daha sonra Arabistan'a vardığında 200 dolar ayak bastı parası almışlar. Çok içerlemiş. Bu da ona yeterli olmadı. Hacı olma, onun tutkusuydu. Mayıs başında, babamı hacca uğurlamaya gittik. Deniz yolu ile gidecekti. Bu İzmir'den tek seçenekti. Giresun vapuru, yaklaşık 2000 civarında hacı adayını, Arabistan'ın Cidde limanına götürüp daha sonra geri getirecekti. Birkaç hafta süren bir deniz yolculuğu. Haziran başında bir gün, okuldan döndüğümde babamı evde buldum. Gelmişti. Oradan beraberinde zemzem suyu, hurma  ve bir de saat getirmişti. İtalyan Veglia marka bir çalar saatti. Bu saati çok sevmiştim. Üniversiteye gidinceye kadar, beni vaktinde kaldırmış bu emektar saat, evimize alınmış ilk saatti. 10 yıl hizmet verip bozuldu. Onun yerine, kendi paramla aldığım serkisof marka saatle tahsil hayatımı bitirdim. Bizim evde, sabahçı olduğum yıllarda, hadi oğlum kalk okula git diyecek bir kimse olmadığı için, çalar saat benim için büyük önem taşıyordu. Babam hacı olduğu için çok mutluydu.Ben de, babamın gıyabında, ondan bahsedilirken, duyduğum negatif lakaplar yerine Hacı Mehmet Niyazi ismini duyacağım için mutluydum. Babam artık, Bornova'da Hacı Mehmet Niyazi Güler olarak anılıyordu. Bu seyahat esnasında tek pişman olduğu, daha doğrusu korktuğu anlar, ölenlerin tahta bir kızağa konup, güverteden denize atıldığı anlardı. Çünkü o tarihlerde, gemilerde morg yoktu. Ölenler kalın bir brandaya sarılıp, ağırlık eklenerek, namazı kılınıp denize atılıyordu. Ölmeden memleketime kavuşursam mevlüt okutacağım diyen kamara arkadaşı dahil, düzinelercesi balıklara yem olmuştu. Hastalanarak ölürüm korkusuyla pek bir şey yememiş, su dışında bir şey içmemişti. Zaten zayıf olan babam daha da zayıflayarak dönmüştü. Her şey bir yana, oraları o kadar çok methediyordu ki, ileriki yıllarda, eğer imkanlar elverirse, onu orada ikamet ettirmeyi, ben de ister olmuştum. 27 Kasım 1987 tarihinde Alzheimer'den öldüğünde, Mekke hayali, zihninin bir yerlerinde varmıydı? Bilmiyorum. Hayatını yarı zombi modunda yaşamıştı. Bildiğim, tek ve tutku derecesindeki hayalini de gerçekleştirememişti.

Yorumlar

  1. Hayatınız acılarla dolu Yaşar bey, paylaştığınız her bir hatıranız ders çıkarılacak nitelikte, sizi Radyo Karavan'da dinlediğim zamanlarda da burada yazdıklarınızı okurken de müthiş keyif alıyorum.

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Ufuk , her ilmeği acılardan oluşmuş bir halı dokurcasına sürmüş olduğum hayatımı hatırlamaktan çok unutmak istemişimdir. 67 yaşımdayken Toni kardeşimin iteklemesiyle Radyo Karavan ailesiyle bütünleştiğimde geçmişle hiç ummadığım bir hesaplaşma içine yuvarlandım. Benim için bazen çok sarsıcı oluyor. Kapandı zannettiğim yaraların ne kadar derin kök saldığını şaşkınlıkla farkediyorum. Bazıları içimi öylesine acıtıyor ki . Radyo Karavan' da devam edemez oldum. Blok Benim için daha uygun. Çünkü anlatacaklarımın dozunu daha iyi kontrol edebiliyorum. Benzer acıları yaşayanlara umut yada kılavuz olmasını dileyerek yazıyorum. Umarım faydalı olur. Katkı , yorum ve destekler ince ayarlar için çok önemli. Nazik görüşlerin için teşekkürler. Gözlerinden öperim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS