SEZARYEN

 Julius Sezar. Romalı konsül, diktatör. Dünya tarihini Büyük İskender'den sonra en çok etkilemiş isimlerden biri. Etkisi öylesine büyük olmuş ki, sonraki bütün Roma imparatorları isimlerinin yanına Sezar ismini eklemiş. Kutsal Roma Germen imparatorları da bu ismi Almancaya uyarlayarak Kaiser şeklinde isimlerinin önüne eklemişler. İstanbul'u fetheden Osmanlı sultanı Fatih ikinci Mehmet Han'ın resmi unvanlarına sezar'ın türkçe'deki karşılığı Kayser -i Rum namı eklenmiş. Rus imparatorları Sezar'ın rusçası olan Çar unvanını kullanmışlar. Milattan önce 102 ile 44 yılları arasında yaşamış olan Sezar'ı bilmeyen yok. Caesar latincede kesilerek çıkarılmış anlamına geliyor. 2121 yıl önce bir temmuz günü, Roma'nın asil ailelerinden Juli' lerin sarışın kızı Aurelia Cotta hamilelikteki 40 haftasını tamamlamıştı. Anneler çocuklarını 40 hafta karnında  taşıdıktan sonra kucağına alır. Hamileliğin son kertesinde, annesinin karnındaki fetüs annesi ile ilk ve en büyük işbirliğine girer, başını tam olması gerektiği şekilde bir manevrayla çevirip doğum yoluna fikse olur. Annenin doğum kasılmaları başlar, şiddetlenir biz buna doğum sancısı diyoruz. Bilinen en şiddetli 3 sancıdan biridir. Bebek kendi bağışıklık sistemini inşa eden bakterileri de bünyesine katarak doğumunu tamamlar. Sonrası malum. Çocuk ağlar, ciğerleri açılır, göbeği kesilir, kundaklanır. Artık hayata adımını atmıştır. İşte tam bu aşamada fetüs doğum yolunda seyre çıkmadan önce Murphy'nin uğursuz kanunlarından sonuncusu devreye girerse ne olur? Fetus başını çevirmez. Dönüp geriye kaçar. Kordon boynuna dolanır. Plasenta yerinden erken ayrılır. Uterus rüptürü olur vs. vs... Ogün bunlardan hangisi olmuş bilinmez. Güzel Aurelia ölmüş. Başındaki dikkatli ve hünerli biri ölünün karnını dinlemeyi akıl etmiş. Hayretler içinde ölü kadının karnında bir kalp atışı işitmiş. Aurelia'nın bebeğinin henüz ölmediği anlaşılmış. Karnı yarılarak çocuk dünyaya getirilmiş. Milattan önce 44 yılının 15 Mart öğle saatlerinde Roma senatosunda 23 yerinden bıçaklanarak öldürülen Julius Sezar yaşam kariyerine böyle başlamış. Daha önce de bu tip müdahaleler yapılırmış. Ama bu tarihten sonra yapılan böyle doğumlara sezaryen ameliyatı denmiş. Bütün hekimler bu ameliyatı bu isimle anar. Bu yazıyı saat 19.30 da yazmaya başladım. Benim için çok önemli bir saat. Bundan tam 42 yıl önce 18 Aralık 1977 de, Türkiye'nin kardeş kavgası ile kavrulduğu o karanlık günlerde eşim hamileliğinin 40 haftasını tamamlamıştı. Tıp fakültesi'ni bitireli 2 yıl olmuştu. Mart 1977 başında yedek subaylığımı tamamlayıp teskeremi aldım. Türkiye'nin geleceğini aydınlık görmüyordum. Sokaklar kan, gölü ekonomi dibe vurmuş işsizlik tavanda, karaborsa altın günlerini yaşıyordu. Almanya'ya yerleşmeyi planlıyordum. Almanca öğrenmek için Goethe enstitüsüne kayıt yaptırdım. Nisan ve Mayıs aylarındaki kursumu bitirip Türkiye'ye döndüğümde eşimin hamile olduğunu öğrendim. Çok da zor olmayan bir 40 haftayı bitirip finale geldik. Doğum sancıları başlayınca Ege üniversitesi tıp fakültesi kadın doğum kliniğine gittik. Eşimi 1. Kattaki doğum kliniğine aldılar. Kliniğin devamı 2. Katta idi. Biz eşimin annesi ile kapı önünde dokuz doğuranlar kervanına katıldık. İçeride ne olup bittiğini bilmiyorduk. 19 Aralık sabaha karşı eşime sıra ile forseps, vakum, epizyo uygulandı. Doğum bir türlü gerçekleşmiyordu. Çocuk ,Türkiye'nin o karanlığını hissetmiş gibi yüzünü dünyaya değil tam tersi yöne çevirmişti. Saat 11 de çocuğun kalp sesleri kötüleştiği için sezaryen kararı alındı. O dakikalarda birden klinik karıştı. Büyük bir telaş içinde bir sedye çevresinde bir sürü doktorla koşar adım bekleme salonuna çıkıp, bekleme salonunun karşısındaki merdivenlerden üst kata çıkarıldı. Hastanın üzeri battaniye ile örtülü olduğu için önce kim olduğunu tanıyamadım. Ancak ayaklar açıkta kalmıştı. Eşim bir çorabı bile yıllarca kullandığından, evde günlük giydiği kısa çorabı hemen tanımıştım. Ölmüş ya da son dakikalarını yaşadığını düşündüm. Çaresizliğin tam olarak ne olduğunu o an hissettim. Ayakta duramayacağımdan  korktuğum için duvara yaslandım. Kaç saniye ya da asır geçtiğini hatırlayamadığım bu kabus, beze sarılmış, kan içinde sarı bir kafa ve kafa büyüklüğünde bir şişi olan çıplak bir insan sureti kucağıma tutuşturulup, al bunu çocuk hastalıkları kliniğine götür küveze koysunlar lafını duyunca bitti. Hastanenin en az 500 adım öbür tarafındaki çocuk kliniğine uçarak gittim. Koca çocuk kliniğinde 2 adet küvez ve her birinin içinde en az yarım düzine bebek vardı. Eşimi yoğun bakıma almışlardı. Orada birkaç gün kalıp hasta odasına çıkarıldı. Ben refakatçi kaldım. Çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için çocuk kliniği ile eşimin bakımını yaptığım kadın doğum kliniği arasında 10 günden fazla mekik dokudum. Çocuk kliniğine her gidişte aradaki o uzun koridorlarda hasta bakıcıların ellerindeki gazete kağıdından paketlere bakmadan edemiyordum. Koridorun ortalarında bir yerde bir ara kapı vardı. Bu ara kapıdan bir merdiven vasıtasıyla hastane morguna iniliyordu. 1 Ocak 1974'te, tıp fakültesi 5. sınıfta iken, sabahın erken saatlerinde 20 yaşındaki kız kardeşimi oradaki bir çekmeceden teslim almıştım. İşte bu minik gazeteden paketler oraya indiriliyordu. O gece çocuk kliniğinde ölen bebekler hastanede faaliyet başlamadan sessizce yakınlarına teslim edilmek üzere morga götürülüyordu. O kahırlı anlarda küvezlere baktığımda göreceğim en harika resim sarı kafanın henüz açmadığı göz kapaklarını barındıran şiş yüzü, karbeyaz çıplak bedeniydi. Hayatta kalması için çok dua ettim. Öleceğini düşünüyordum. Yaratıcısına hayatı bağışlanırsa, hiç karşılık beklemeden bana ihtiyaç duyan herkese yardım edeceğime söz verdim. Bu sözümü tam 42 yıldır tutuyorum. Beni tanıyanlar bunun aksini söyleyemez. Bir gün küçük baldızımı da yanıma alıp çocuğu görmeye gittiğimde, onun şansından mıdır nedir gözlerini açtı. Gök mavi bir çift göz bize bakıyordu. Babalar günü'nde yapmış olduğum şeref listesinde üçüncü sırada yer verdiğim, arnavut nine Emine'nin torununun torunu, ilk ve tek oğlum Mehmet Güler ile işte böyle tanıştık.

Yorumlar

  1. Son kısmında çok duygulandım. Harika. Bir başka yazıda bu bebeği tanıyan biri olarak, daha sonra babasının eğitiminden uzun sürmüş bilimsel doktora çalışmalarından ve olağanüstü bir bateri icracısı oluşundan da bahsedilmesini isterim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS