FARELER VE İNSANLAR 1

Gerek Bornova ovasındaki bağ evimiz, gerek Bornova merkez'deki 18. yüzyıldan kalma eski evin gerçek sahipleri farelerdi. Biz ev halkı yazın bahçede kışın Bornova'da onların kiracısı gibiydik. Kaç kuşaktan beri, kalmış olduğumuz konutları kullandıklarını bilmiyorum. Ancak sayıları herhalde binlere varmıştı. Ovadaki bahçede olanlar ile mücadele etmiyorduk. Onların hakkından, bir başka istemediğimiz misafir, yılanlar geliyordu. Ben yılandan çok korkardım. Atatürk lisesi'ne başladığım yıl sonbaharda, soğuklar başlamadan, günlerden bir gün, okuldaki derslerin ya da bahçedeki işlerin yorgunluğunu üzerimden atamadığım bir saatte, çatıdaki kiremitlerin ağırlığından hafif bel vermiş tavandaki tahtalar arasında 1 metrelik bir silindirik canlı kuyruğu gördüm.Yarı uykulu halde iken, tepemdeki bu yaratık 2,5 metre uzunluğundaki bir yılanın 1 metrelik uzantısıydı. Biz bağ evine kule diyorduk. Eğer bu manzarayı uyanıkken görmüş olsaydım, dona kalır, yerimden kıpırdayamazdım. Allah'tan yarı uykulu olduğumdan, korkumu algılayamamış, yarı uyanık halimle kendimi kuleden dışarı atabilmiştim. Bağırmaya mecal bulamamış, öylesine kalmış kuleye bakmaktaydım. Babam neredeydi ve nereden çıkıp geldi bilmiyorum. Halimi görünce şaşırdı. Tavanda bir yılan var dedim. İnanmadı kapıdan baktı. Gördü. Dış duvara dayalı baltayı eline alıp içeri girdi. İçeriden gürültü ve yılan tıslaması geliyordu. Seyretmeye bile cesaret edememiştim. Ben yılanlardan nekadar korkuyorsam tam tersi, babamın karşısında hiçbir yılan dayanamıyordu. Ovada ondan daha iyi yılan avlayan var mıydı bilmiyorum. Bu, onun en iyi yaptığı birkaç işten biriydi.15 yıllık çiftçilik kariyerimde tek bir yılan öldüremedim. Babam dışarı çıktı. Ne olduğunu merak etmiş fakat kendime gelip soramamıştım. Kürek istedi. Götürüp verdim. Koca kürek yılan parçaları ile doluydu. 15 - 20 metre ileride toprağı kazıp gömdü. Söylediğine göre en az bir düzine fare yutmuş. Bornova ile ovadaki bahçemiz arasındaki ova yolunda defalarca yılan gördüm. Bu hayvan aslında zararsızdı. Bu bölgede engerek dışında tehlikeli olabilecek zehirli yılan yoktu. O da dağlarda olurdu. Bunu kendime anlatamıyordum. Onlar olmasa bahçemizden alacak ürün kalmazdı. Hepsini fareler yerdi. Bu hayvanlar bizim adımıza farelerle mücadele ediyordu. Ama köstebek ile hiçbir şey başa çıkamıyordu. Daha çok patates dikenlerin başı belada idi. Patatesin zahmeti de bereketi de geliri de çoktu. Ama bizim gibi çocuk işçilerin çalıştığı bir bahçede patates üretimi yapılamazdı. Komşulardan birkaçı patatesçiydi. Arada bir ben ve küçük ablam onlara yardım ederdik. Bilhassa patates çıkarılması çok güzel bir şeydi. Komşu Mercan abi, Haziran aylarında patates çıkartırdı. Patates karıkları pullukla dikkatlice sürülür, toprakla birlikte patates çıkardı. Biz de onları topraktan alır, sepetlere doldurur, küfelere konmak üzere yığıldıkları yere dökerdik. Mercan abi ürünlerini köstebeklerden kurtarmak için köstebek tabancası kullanırdı. Bu tabanca bildiğiniz tabancalara benzemez. Bir boru düşünün, üzerindeki tertibat sadece tetik olsun, bir ucu kapalı. Açık uçtan barut doldurulur, üzerine kağıt basılır en üste bir demir bilye konur. Tetiğin  diline, bastığında patlayacak olan  bir kapsül yerleştirilir. Dil üzerine bir yiyecek, tercihan peynir konur. Tabanca, köstebeğin açtığı tünel temizlenerek, onun geliş istikametinde yerleştirilir. Tabanca patlama sesi köstebek kardeşin sonudur. Bu hayvanların görme yetisi yoktur. Diğer hisleri çok güçlü ve inanılmaz derecede usta bir tünel kazıcıdır. Kışın su basan bu topraklarda, su ve havanın mekaniğini öyle güzel dengeler ki, kendine daima, su bastığında oksijen alabilecek bir hava kalır. Boğulmaz. Ben görme özelliği olmayan bu hayvanların yüzünü hiç göremedim. Gözlerin yerinde ne olduğunu merak ediyordum. Fakat tabanca patladığında, mermiyi yüzünden yediği için kafası kalmıyordu. Farelerden  yiyecek kurtarmanın tek yolu, anlık pişirmek ve yemekti. Zaten bizim evde öyle zengin bir menü yoktu. Ekmeğin yanına katık ettiğimiz sebzeler zeytin ya da zeytinyağı. Kuru soğan yada sirke extra sayılırdı. Bütün bunlar da, bir torbaya konulduğunda, duvara ya da tavana çakılmış bir çiviye tutturulur, böylece farelere karşı güvene alınmış olurdu. Bağ evine, bu olaydan sonra bir daha yılan gelmedi. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama herhalde fare kalmamıştı. Fareler bir şekilde,tavanarasının kendileri için güvenli olmadığını anlamışlar, kuleyi de kiracılarına yani bize bırakıp gitmişlerdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS