KARANTİNA

65 yaş üstü olarak, daha doğrusu 70 yaşının idrakinde iken, pandeminin eve kapattıklarından olan ben, şu anda 1976 yılının Eylül ayına sürüklendim. Tıp fakültesini 1 yıl önce temmuz ayında bitirmiştim. Ekim ayında askere alındım. Acemi birliği, uzun adı ile Samsun Sahra Sıhhiye Hizmet Okulu Yedek Subay Öğrenci Bölüğü olan yeni okuluma başladım. Buradaki numaram 13117 idi. Bir sonraki numara, tıp fakültesinde iken benden bir sonraki arkadaşıma ait olan numara ile aynı isimdi. Yani emekli kadın doğum uzmanı Dr Ertuğrul Özer. Tıp fakültesindeki sınıfımız yaklaşık 150 kişiydi. Sınıfın 125 erkek öğrencisinden 90 nı ile aynı birlikte 134. dönem yedek  subay olarak askerlik yapıyorduk. Üstümüzdeki üniforma olmasa 6 yıllık tıp fakültesi 7 yıla uzatılmış zannederdik. Okul aslında 4 ay sürüyor. Fakat biz Samsun'daki son dönem olduk. Çünkü yıllardır Samsun'da konuşlandırılmış okul Ankara'ya taşınacaktı. Bu işlemin Ocak başında bitmesi gerektiğinden, Okulu bir buçuk ay kısaltıp, Aralık ortasında kura çektirdiler. Bu iki buçuk ay çok renkliydi. Dereceye giren 10 kişi istediği yerlere gönderildi. Geri kalan 300'ün üzerindeki yedek subay asteğmen Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki askeri birliklere sağlıkçı olarak dağıtıldı. Bana Çanakkale çıktı. Arnavut ninem Emine'nin, oğulları ile birlikte yattığı topraklarda 1 yıl askerlik yapacaktım. Tayin olduğum birliğin karargahı İntepe diye bir yerdi. Eski adı Erenköymüş. Truva'dan 5-6 kilometre ileride, Çanakkale'den 12 kilometre önceydi. Boğazdan 2 kilometreye kadar yamaçta idi. Kışladan  bakıldığında, 6 kilometre ileride boğazın kenarında Türk Şehitliğinin görkemli abidesini görüyorsunuz. Aradaki mavilik, bugünden 115 yıl önce, bugünlerde vuku bulan Çanakkale savaşlarının 18 Mart'ına şahitlik etmişti. Kurada çektiğim bu yer 5 Deniz top taburuydu. Unutulmaz anılar eşliğinde Eylül ayına kadar gelmiştim. Eylülün o günü oda hapsindeydim. Babam dahil subaylarla hiçbir zaman geçinemedim. Ben mi, komutan mı haklıydı bilmiyorum, ters düşmüştük işte. Askerde, ister rütbeli ol ister rütbesiz, anlaşmazlık halinde, askerlik anayasası'nın 1. Maddesi uygulanır. Bu madde yazılı bir metin değildir. Ama herkes ezbere bilir. Üst daima haklıdır. Askerliği hiç anlamazdım. Öğrenmek de istemedim. İstemeyene bir şey öğretmek mümkün değil. Kendi mantığım askerlikle 180 derecelik bir açı yapıyordu. Ne yaptıysam, ya da ne dediysem,hiç farkında olmadan komutanın kanını beynine sıçratmış olacağım ki, öfke ile bağırarak git odana 1 hafta hapissin dedi. Komutanların sorgusuz sualsiz böyle bir yetkileri var. Hele ki, biz o zamanlar alarm durumundaydık. 1974 sonrası, iflah olmaz düşmanımız Yunanistan ile Ege denizi'nde petrol arama zıtlaşması yaşıyorduk. Kışladan gördüğümüz Abide'nin arkasında uzanan Saroz  Körfezi'nde, Hora Sismik 1 teknemizle, deniz altında sondaj çalışmalarına başlamıştık. Yunanistan bunu savaş sebebi sayma hazırlığında idi. Bu gerginlikler hala daha devam ediyor. Bizim topçu birliğimiz de, boğazın karşı tarafındaki 3, bu tarafındaki 4 topçu bölüğü ile teyakkuz durumundaydı. Emir demiri keser. Odama gittim. Kapıma bir nöbetçi koydular. Önce biraz üzüleyim dedim. Sonra, gerek çocukluğumda gerek sonraları sıkıyönetim dönemlerinde birçok kez odama kapatıldığımı biliyorum. Yani dert edinmedim. Odamda, pek de fazla sevdiğimi söyleyemediğim, bana kıdemli ayakları havasında, biri Konyalı biri Adanalı, önceki işletmeci sonraki mühendis, benden 6 ay önceki kuradan gelmiş, iki asteğmenle birlikte gün dolduruyordum. Her fırsatta laf sokuştururlardı. Oda hapsi aldığımı kapıdaki nöbetçiden öğrenmişler. Mesaileri bitmişti. Odalarına yemeklerini istediler. Nöbetçi benim yemeğimi de getirdi. Asteğmen dua et komutana, biz olsak sana kuru ekmekten başka bir şey vermezdik dediler. Sonra da, 9 ay geçti hala askerliği öğrenemedin diye kafa buldular. Aramız daha sonra düzelecekti. Ama o zamana kadar pek geçinemedik. İşlerimiz ayrıydı. Akşam ben odama çekilip kitap okurdum. Onlar kışladan çıkıp, yol üzerindeki askeri gazinoda kafa çekerlerdi. Ben alkol kullanmam, sarhoş muhabbeti de çekemem. Askerlerin yedeğinde, gecenin bir vakti, biri üzerimdeki ranzaya diğeri yan tarafımdaki karyolaya serilip, hafif koma halinde sabahı bulurlardı. Onlara sizi kıracak değilimya, siz usta asteğmensiniz, ben, sizin tabirinizle kuş asteğmenim. Ama siz 4 yıllık üniversite okuduğunuz için, ben sizden yaşça büyük olmama rağmen, okulumun 2 yıl sizden uzun olması nedeniyle, sizin altınıza düştüm. Ben sizlerden 1 yaş büyüğüm, abiniz olarak size öğüdüm, teskere aldıktan sonra da dost kalabilmek için, ordu malı olmadığınızı unutmamanız gerekir. Abileri olmam fikri hoşlarına gitmemişti. Laf dalaşını uzatmak istediler. Sen önce bir haftanı tamamla da sonra tekrar görüşürüz yollu bir laf ettiler. Yemeği yememiştim. Adanalı mühendis olanı, hadi hadi izin veriyoruz yiyebilirsin dedi. Çok teşekkür ederim ama birazdan, benim ve hepinizin komutanı makam arabasını gönderip beni aldıracak dedim. Karargah da gazino gibi köy içinden geçip, Çanakkale'ye giden yolun üzerindeydi. Kışla, karargah ve gazino, kenarı 750 metre civarında bir eşkenar üçgenin köşelerinde idi. Biri diğerine doktor asteğmenin ateşi var dedi. Kendi esprisine kendi gülerek eşlik etti. Öteki de gülmeye hazırlanıyordu. Ben fırsat vermeden, inanmazsanız içmeye gitmeden önce biraz bekleyin dedim. İyi ki demişim, yoksa espri olmaktan çıkacaktı. Komutanın şoförü kışla'nın kapısına dayanmış. Nöbetçi onbaşı'yı gönderip doktor hemen hazırlansın arabada bekliyorum demiş. Usta asteğmenlerin ağzı bir karış açık kaldı. Giderayak ekledim. Komutan üzülmemi istemez. Kızdı. Ama hatasını anladı. Moralim düzelsin diye, beni Çanakkale'ye 1 günlük kafa iznine gönderiyor dedim. Onlara bir selam çakıp çıktım. Selam vermeme alışık olmadıkları için dalga geçtiğimi anladılar. Makam aracı ile karargaha gittim. İlk defa binmiştim. Nöbetçi subay kapıda karşıladı. Komutanın mesaisi çoktan bitmişti. Ama oradaydı. Karargahtan Çanakkale'ye doğru 500 metre ileride yolun sol tarafındaki askeri lojmanlar da oturuyordu. Demek apar topar evinden gelmişti. Nöbetçi subay komutan seni odasında bekliyor dedi. Gittim selam çaktım. Doktor asteğmen makam aracıma bin Çanakkale'ye gidiyorsun dedi. Sonra ekledi. Oda hapsini kaldırdım. Bugün olan aramızda kalsın. Ben buradakilere bir şeyler söylerim. Sen de hastane başhekimine bir şeyler söyle. Biz askeriz. Askerlikten anlarız. Sen de hastanedeki doktorlardan anlarsın. Anlatabiliyor muyum dedi. Anlamıştım. Komutanım merak etmeyin, ancak şu odadaki asteğmen arkadaşlara bir iki kelime edin, canımı sıkıyorlar. Bu olayı  kaşırlarsa, açık düşeriz. Sen aşağıdaki işi hallet ben onların icabına bakarım deyince rahatladım. Süratle makam arabasına binip Çanakkale'nin yoluna düştüm. Ben odama kapandığımda, o akşam Çanakkale Askeri deniz hastanesinde nöbetçi olduğumu biliyordum. Askeri hastanelerde başhekimler albay rütbesindeki subaylar. Nöbetçi hekim, her kim olursa, tabip albayı temsil ediyor. Garnizondaki komutan, Çanakkale'deki Boğaz Komutanlığının emri olmadan, askeri Deniz hastanesi başhekimine danışmadan, onun nöbetçi hekimini hapse atamaz. Bana her ay en az 6 nöbet gelirdi. Nöbet listesi komutan odasında asılı. Ama gereksiz ve sudan bir sebeple, öfkesine yenilip, gaf yapmış oldu. Nöbetimi bitirip ertesi gün birliğime döndüm. O günden sonra komutanla aramız tahmin edemeyeceğim kadar düzeldi. Oda arkadaşım asteğmenler inanılmayacak ölçüde hizaya geldi. Ben de soğuk davranmadım. İlişkimiz insani boyutlara nihayet erişmişti. Hastane, nöbetçi hekimsiz kalınca, tabip albay, yerine nöbetçi bırakmadan hastaneden ayrılıp evine gidememişti. Gittiğimde, hayrola asteğmen sen hiç görevine geç kalmazdın ne oldu diye sorunca, efendim biliyorsunuz teyakkuz durumundayız, haftalardır İzmirde'ki ailemin yanına gidemiyorum, nöbeti unutmuşum, lütfen affedin bir daha olmaz dedim. Babacan bir adamdı ne de olsa meslektaşım. Henüz 2 aylık evliyken askere alındığımı biliyordu. Bana bak, garnizonda ki komutan seni üzüyor mu diye sordu. Hayır efendim, biliyorsunuz istese, beni İntepeden dışarıya bırakmaz, halbuki mümkün olan her hafta sonu beni evime gönderiyor dedim. Askerlikte komutana haber vermeden garnizon sınırları dışına çıkılamazdı. Garnizon sınırı köyün girişi ile başlıyor çıkışı ile bitiyordu. Aslında izin almıyor kaçıyordum. Ama o günden sonra, haber verip uygunsa gitmeye başladım. Allah için, zorluk çıkarmadı. Ben hastane başhekimine ne söylediğimi anlatmadım. O da odadaki asteğmenlere ne yaptığını söylemedi. Tam da emrettiği gibi her şey aramızda kaldı. O gün, komutan, oda hapsinde 2 saatten fazla tutamazken, bugün, elektron mikroskop olmasa, hiç kimsenin göremiyeceği, şu nanometrik Covid 19 beni, nicelerini, nice zamandır ev hapsinden çıkarmıyor. Ne zaman çıkarır?
Ya da çıkarır mı? Bilmiyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS