NİSAN BİR

Bugün doğanlar, anne ve babalarına yapabilecekleri en hoş Nisan şakasını yapmış oluyorlar. 25 yıl önce, hacizlerden dolayı, gün ışığında evime gidemediğim yıllarda, akıl sağlığımı koruyabilmek için uyguladığım stratejilerden biri de sabah koşuları idi. 1990 yılından başlayarak 10 yıl süreyle, yani kolit hastalığından yatağa düşünceye kadar, sabah 6 - 7 arası fuardaki 1840 metrelik koşu pistinde 4 ya da 5 tur atardım. Bana muayenehanesinin anahtarını vermiş bir hekim arkadaşımın mekanında soyunup giyiniyordum. Oradan Alsancak Hocazade cami durağından otobüse binip ikiçeşmelik yoluyla Bayramyerine ulaşıp, öğretmen evine uğrardım. Orada çayımı içip, vitesi boşa alır, yokuş aşağı, önce sola döner, biraz yürür, sağ taraftaki, minik Damlacık camisinin mimarisini hayranlıkla izler, sonrasında merdivenlerden dikkatlice, düşmemeye çalışarak, birkaç yüz basamağı iner, düze gelir, dispanserde ki görevime başlardım. Öğretmenevi çıkışında bir kat basamak çıkıp sağa dönersem, oradaki oldukça büyük bir parkı geçip, epey bir merdiven inip, sağa dönüp yine Damlacık camii'ne ulaşırdım. Bu yol daha uzun fakat deniz manzaralıydı.  Sabah koşularında, herkese günaydın deme antrenmanlarına başlamıştım. Birkaç kişi direnç gösterip cevap vermedi. 1 kişi, 2 mevsim boyunca beni cevapsız bırakıp sonunda pes etti. Bir kadın ise neredeyse beni dövecekti. Daha sonra tartan pistte koşanların tamamı ile kavga edip birisi ile mahkemelik oldu. Pistte koşan düzinelerce İzmirlinin tepkisi sonucu kısa bir süre sonra piste gelemez oldu. Daha önceki yazılarımda, nasıl tanışmış olduğumuzu anlattığım Antonio Drossa ile tanışmamızda o zamanlara rastlar. Kendisi halen, Güzelbahçe'deki evinde, eşi Ayça ile birlikte Radyo Karavanı başarıyla sürdürüyor. Ben de 1 yıl öncesine kadar, bir süre onun formatı, geçmişten tıngırtılar programına katılmıştım. Kendisi bir Nisan 1960 doğumludur. Uzun ömürler diliyorum. Bu sabah koşularında, öyle enteresan insanlarla tanıştım ve onlarla öyle ilginç ortak anlar yaşadım ki, size de anlatmadan geçemeyeceğim. Günler alacağı için zaman içinde, dilerim çoğunu unutmadan ya da unutmadıklarımı, Covid19 izin verirse anlatırım. Koşuya başladığım ilk günler,hedef seçtiğim 4 turu, çok ham olduğum için, kah koşup kah yürüyerek ve dilim dışarı sarkmış bir halde, perperişan tamamlıyordum. Günaydın dediklerimden biri, 65 yaş üstü bir bayan bana kaç yaşımda olduğumu sordu. 40 yaşındaydım. İncecikti ve benden de çok daha iyi koşuyordu. Saç boyası kırmızı renkliydi. Evladım çok zorlanıyorsun, koşma yürü dedi. Neden dedim. Sen yenisin, kim bilir ne derdin var ama hatırladığım kadarıyla son yıllarda bu pistte koşanlardan 7 kişi öldü diye ilave etti. Tanırmıydınız diye sordum. Şahsen tanırdım daha çok merhabalaşırdık, kalp hastalıklarından habersiz kişilerdi, sonuncusu Toscana deri fabrikasının sahibi idi, ve hepsi senin yaşlarındaydı diye ekledi. Bu olayı, İzmir'de bir numaralı basın kuruluşu Yeni asır gazetesi de yazmıştı. Sonra aynı yaşlarda bir beyefendi konuşmamıza ortak oldu. Bizi tanıştırdı. Eşiydi. O da son derece nazik bir biriydi. Bana, eşim sizi ölümlerle ilgili uyarmış olmalı, her yeni başlayanı uyarır,  biri de  akrabamızdı, olayı bir türlü unutamadığı için herkesi böyle uyarıyor diye ekledi. Bu kısa ayaküstü sohbet bittiğinde nefesim biraz düzelmişti. Teşekkür ettim. Eşiyle birlikte koşmaya devam etti. Ama eşinden daha önce spora başladığı için kocası yine geride kaldı. Birkaç zaman sonra ayaklarım eski formuna ulaştı. Hafif tempo koşabiliyordum. Hem de ara vermeden. Zamanla yağlarım da eridi. Ayna ile biraz daha barışık oldum. Herkes herkesle günaydınlaşmaya başladı. Artık, beni uyaran hanımefendi ile aynı hıza ulaşmıştım. Şaka ile karışık sizi sollayabilir miyim diye sordum. Güldü. Bence  iyi  durumdasın, bir kalp uzmanına danışsan daha da iyi olur diye düşünüyorum dedi. Talihe rest çekiyorum dedim. Aslında kalbimde sağ dal bloğu denen bir anomali vardı. Doğuştan. Bazen aritmi yapıyordu. Hatta 30'lu yaşlarımın başında, acil servise gitme zorunda bırakmıştı. Daha sonra iç hastalıkları profesörü olan, tıp fakültesinde okurken bizden iki sınıf küçük Dr Mustafa Akın nöbetçiydi. EKG çektirip bu teşhisi koydu. Kilo alma, düzenli sporun faydası olur dedi. Aradan 40 yıl geçti. Aritmi giderek seyrekleşti. Stres anlarında yokluyor. Fazla pas vermiyorum. Hayatın hayırlısını herkes ister. Aslında ölümün hayırlısını dilemek daha doğrudur. Babam Alzheimer olduktan sonra, yatağa bağlı, her tarafında yaralar açılan, çok zorlu bir ölüm süreci yaşadı. Zahmetsiz ölüm yok. Annem milenyumun ilk günlerinde, hayattayken cehennemi yaşadığından olacak, akşam yatıp uykusundan kalkamadan, kimse farketmeden emanetini teslim edip gitti. Bu ona yaratıcısının torpili idi. Atasözlerinin çoğunu bilirdi. Aklı başındayken, ölümle ilgili konu olduğunda, üç gün yatak, sonrası toprak derdi. Yemyeşil gözlerini hayata açtığında hangi masal dünyasına adım attığını bilmiyorum. Hiçbir pembe hayali gerçekleşmemişti. Gerçekleşmiş olsaydı bile ayırdında olamayacaktı. Allah onun en az pembe dileğini yerine getirmişti. Bu da benim züğürt tesellileri listemde iyi bir satır oldu. Darısı iyi insanların başına. Peşin ödeme iyidir. O olmazsa, tek çekim de idare eder.
Yazacaklarım bu cümleyle bitmişti. Tam güneş batarken, Umut telefonla bildirdi. Onların da güneşi batmıştı. Sevgili babası, benim 1956'dan beri yani 64 yıllık arkadaşım bize veda etti. 4 yıla yakın bir süredir ALS hastalığı ile savaşıyordu. Teşhis yine böyle bir nisanın ilk günü, 2016 yılında kesinleşmişti.  Ailece insan üstü bir gayretle direndiler. Her şey aklıma gelirdi de, Bayraklı'da otururken Bornova'daki cenaze namazına gidemeyeceğim aklıma gelmezdi. Okula başlamadan önce, arkadaşlığımız başlamıştı. Bornova merkezdeki minik evimizin arka sokağında oturuyordu. Anılarımın büyük bir parçası onunla birlikte gitti. Göz kapaklarını kaldırıp indirerek ve daha çok gülerek yaptığım şirinlikleri cevaplıyordu. 1 Nisan bana esaslı şakalar yapıyor. Ama bu acıtıyor. Coronanın bana yapmış olduğu 1 Nisan şakası, ona bile yakışmadı.
Sevgili Yusuf, eşini eşsiz, evlatlarını babasız beni arkadaşsız bıraktın. Biz son zamanlarda her buluştuğumuzda helalleşiyorduk. Üstüne alınma, can taşıyoruz, kime ne gelir belli değil deyince gülüyordu. O haliyle bile çok içten gülüyordu. Bir dostun gülüşüyle. Mekanın cennet olsun. Elveda.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS