DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN

1940 doğumlu büyük ablam Candan, ülkemizin covid 19 a ilk kurbanını verdiği gün, 80 yaşını tamamladı. 9 çocuklu ailemizin ilki. 4 kız kardeşimden, bir tek o hayatta kaldı. O olmasaydı, 12 yaş küçüğüm Yavuz ve ben, diğer üç erkek kardeşimiz gibi toprak olmuş olacaktık. Ailemizin 9, hayatta kalanların 3 numarası Yavuz, varoluşunu tamamen Candan ablasına borçlu. 1962 yılının 22 Şubatında, Sivas'ın Suşehri ilçesine bağlı Ağvanis Nahiyesinin köylerinden; Karnus, Tümeker, Ürüskü, Yukarıbaru, Aşağıbaru köylerinin grup ebesi görevini yapmakta olan ablası yardımıyla, adı geçen köylerin sonuncusunda dünyaya gözlerini açmıştı. Ablam onun ebe annesiydi. 1967 yılının sonbaharında evleninceye kadar, onu hayatta tutmayı başardı. Sonrasında ben göz kulak olarak, Bornova merkezindeki minik evimizden, canlı çıkan ikinci isim olmasına katkı verdim. Kaderin bir cilvesi, ilk çocuğunun ebeside, kendi ebesi ile aynı ismi taşır. Candan Ebe, milenyumun ilk yılında, oğlunu, sığsu boğulmasına kurban verdikten sonra mesleği bıraktı. 40 yıllık kariyerinde düzinelerce doğum yaptırdı. Anadolu'nun ücra köşelerinde birçok ilke imza attı. Bir kez annesine, bir kez de 22 yaş küçük kardeşinin eşine ebelik yaptı. Fikrimce, rekorlar kitabı'na adı yazılmalı. 1940 yılında, doğan çocuklara klasik isim dışında ad vermek pek alışılmış bir şey değildi. Bu da, Cumhuriyet döneminin, modern yaşama olan hevesinin bir yansımasıydı. Ben, ne annemde, ne de babamda bu izleri yaşayarak bulamasam da, Candan ismi, ailemizin kubbesinde hoş bir sadadır. İsmi dolayısıyle sempati duyduğum Candan Erçetin, başlık yaptığım şarkısı ile dikkatimi çekmişti. Yalan Dünya dedikleri yer, gerçekten de, gerçek olamayacak kadar yalan bir rüya. Onu gerçek yapan, ona konulan son nokta yani ölüm. Yaşam var mı diye sorsalar ne cevap vereceksiniz?Ölüm, bütün romanları gerçek yapan son noktadır. Ölüm o kadar gerçektir ki, hiçbir yalanı barındırmaz. Kesindir. Yorumsuz dur. Yalanı, dolanı, riyayı, sahtekarlığı bitirir. Eşitsizlikleri eşitler. Bugün ev hapsinde 6 haftayı geride bıraktım. Yani 43. güne ayak bastım. Salgına yakalanan hasta sayısı 4 milyona, kayıp sayısı  çeyrek milyona dayandı. Bugünün koşullarında utanılacak bir tablo. Bu salgın, başladığı yerden hiç çıkmayabilirdi. Ama çıktı. Hiç yayılmayabilirdi. Öyle olmadı. Bu salgının bir proje olduğuna inanmıştım. İnanmaya devam ediyorum. Sokağa çıkma yasağı şunu gösterdi; insanlar, yaşam denilen rüyayı seyretmeye bile layık değiller. Kendi hayatlarına değer vermeyen bir anlayış, başkasının hayat hakkına saygı gösterebilir mi? Yasayı delmeye yönelmiş gayret, nasıl bir cinnet? Yaşamlar sönüyor. Aynı hırs sürüyor. Bir sapkın, zincirleme reaksiyonun düğmesine, hiç düşünmeden basıyor. Ne uğruna? Bir hiç uğruna. Sadece çocuklara acıyorum. Çünkü biz,  bizden sonrakilere sorumluluk duygusunu verememişiz. Salgına yakalananların üçte biri, hiç belirti vermeyen hayalet taşıyıcılar. İşte bu da, artçı dalgalar için iç karartıcı bir durum. Aşı için pompalanan ümitler sakinleştirici. Bu yönde itirazım yok. Her şey yolunda gitse bile 8 milyar insanın ona ulaşması mümkün değil. Bu, zengini daha zengin yapacak. Umut fakirin ekmeği. Yine öyle olacak. Kendine, iyi insan rütbesini layık görenler, sorumlu davranıp sevdiklerini riske atmasınlar. Üstüne vicdansızlık kisvesini giymek istemeyen herkes üstüne düşeni, kapris, ya da ihtirası bir yana bırakıp yapmak zorunda. Bu kadar insan, bu modern çağda, son derece basit 3 maddelik önlemi almayı beceremiyor. Şaka gibi. Denebilir ki bunların sayısı çok az. Evet bu sapkınlar çok az. Ancak salgın geometrik dizi hızıyla yayılıyor. Bunlara bir de hayalet taşıyıcıları eklediğimizde, tablo ürkütücü hale geliyor. H1N1, sülalece çok zayıf bir varlık. Canlı bile değil, ama biz zavallı aciz insanların asırlardır canını alıp duruyor. Birine beddua etmek istiyorsanız, çocuklarından fazla yaşamasını dileyin. Ben kendi hesabıma, çekirdek ailemizin, 30 yıl olan ortalama yaşam süresinin, şu anda 40 yıl üzerindeyim. 11 kişi benden önce gitti. Kolay bir şey değil. Ne sebeple olursa olsun, kimsenin ecele ulaşma yolunda bir acelesi olamaz. Ancak sevdiklerinden, hele hele  çocuklarından uzun yaşamak, yaşanabilecek en büyük faciadır. Böyle bir uzun ömrü isteyen var mı?

Yorumlar

  1. Yaşar'ım, ben de yetmişliklerden biri ve yere uzanmaya adaylardan biri olarak, bu korona günlerinde, ister istemez ölümü hatırladım ve sıkıcı bir şekilde düşündüm.
    Ben de, senin düşüncene yakın olarak, tevekkül içinde ölümü kabullendim sayılır.
    Daha önce dile getirdim mi, bilmiyorum. Güneydoğuda şehit düşen Mehmetçiklerimizden neredeyse yarım asır fazla ve neredeyse sıralı ölüme yaklaşan bir süre yaşadım.
    Bence daha fazlasını istemek hayat arsızlığı gibi geliyor bana.
    Fena da yaşamadım. Her ne kadar çocukluk yıllarım, maddi açıdan biraz zor geçse de, en az 45 yıldır, en az orta sınıf yaşamı yaşıyorum. Memleketimde ve Dünyada onca yoksulluk varken, inşallah insanlığa bunu birazcık hak edecek bir şeyler sunabilmişimdir diye avunurken bu kez, peki ama yoksullar ve açlıktan ölenler bunu hakedecek ne yaptı ki sorusu ve paradoksuyla başbaşa kalıyorum.
    Ben de, en azından insanlığa karşı bir kötülük yapmadığımı bilerek avunuyorm..
    Ölüm beni hiç korkutmuyor, şöyle huzursuz ediyor.
    Yani böyle bir şey olursa, başta eşim, çocuklarım, kardeşlerim, yakın dostlarımçok üzülecekler.
    Peki ben korkmuyorsam, üzülmüyeceksem, onlara ne oluyor.
    Burada bir bencillik var mı acaba diye yanıtını gerçekten merak ederek soruyorum.
    Tamam bir daha beni göremeyecekler ve özlem duyacaklar
    ama yine de bu kadar kedere değer mi ki.
    Eşim hariç diğerleriyle zaten ayda yılda bir kere görüşüyoruz.
    Burada anlamadığım başka bir şey var.
    Bel ki bize özgü bir ritüelle, bizim toplumumuz bunu fazlaca abartıyor ve kederi çoğaltıyoruz.
    Bu başka toplumlarda belki de başka türlü karşılanıyor.
    Bunu yabancı filmlerden görüyoruz.
    Biraz zor bir mesele ve bu nedenle topu sana atıyorum.
    Sevgili Yaşar'ım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Levent, mutluluk ve keder, yaşayanların lüksü. Kendi ölümü, hiçbir canlının deneysel sonuç çıkaracağı bir olgu değil. Biri bitmeden öteki başlamıyor. Birinde varken diğerinde yokuz. Biz sevgiyi, ya da kederi kendi payımız dışında artırıp eksiltemeyiz. Ardımızda bıraktığımız sevginin mirası mutluluktur. Oluşan keder, özlemin acısıdır. Yok saymak mümkün mü. Sen 6 yaşından beri babanı özlemiyor musun? Ayrıca, sevdiklerinin yüreğinde yok olmadıkça insan ölmüş sayılmaz. Ardımızda keder bıraktıysak bu bizim için övünçtür. Ya tersi olaydı. Benim bildiğim kadarıyla, sen bu dünyaya, aldığından çok daha fazlasını katan bir yaşam sürdün. Dünyada insanların yüzde biri, senin yaptığını yapmış olsa; gezegenimiz çok daha farklı bir yer olurdu. Senin misyonun henüz bitmedi.2 pırlanta evlat ve ailenle dalya demeni diliyorum. Gözlerinden öperim. Sevgiler.

      Sil
  2. Yaşar'ım, bilmukabele, gözlerinden öperim, sevgilerimle.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS