ELİ BELİ SİLAHLI

Keşke insanlar konuşarak anlaşabilseydi. Konuşmak, canlılar arasındaki iletişimin doruk noktasıdır. Büyük düşünür ne demiş? İnsan düşünen bir hayvandır. Tabii ki bunu hepsi için söylememiştir. Bu dümdüz bir önerme olaydı, tam tersi de doğru olurdu. O zaman, düşünmeyen insanlara direkt olarak hayvan demiş olurduk. Aslında, şaka ile karışık, biraz da öyledir. Tıp fakültesinden arkadaşım, emekli Profesör Dr hayal Özkılıç, kulakları çınlasın, bu önermeyi, insan, konuşan, gülen, düşünen bir hayvandır diye ifade ederdi. Bu modüler önermeyi, kendi mantığınıza göre, evirip çevirip binlerce şekle sokabilirsiniz. Ben de hemencecik şurada, yeni bir ifade uyduruyorum. İnsan, karşısındaki güce göre şekil değiştirebilen, yani her kalıba girebilen, kah omurgalı, kah omurgasız bir hayvandır. Yani her ortama uyar. Bunu yapamıyorsa ya da yapmıyorsa, o, hayvanın cinnet halidir. Siz sormadan, nereden çıkardığımı ben söyleyeyim. Bu son pandemi döneminden sonra, toplum bilimcileri, bugün yaşanılan tecrübeleri değerlendirirken, akıl ve mantık sınırları içinde kalmakta bir hayli zorlanacaklardır. Kendi aklıma danıştığımda, o, bana bu salgının, Nisan ortalarında bitirilebileceğini söylüyordu. Gördüğünüz gibi yanıldı. İnsanlardan bu kadar ümitli olduğuma şaşmışsınızdır. Ben de şaştım. İnsanların, ölüme, böylesine hasret kaldıklarını, hiç akıl edemedim ve öngöremedim. O anda, dünyadaki vaka sayısı 1 milyonun, ölü sayısı 20 binin altındaydı. Haziranın, sondan bir evvelki gününde, yani bugün, vaka sayısı 10 milyonun, ölü sayısı yarım milyonun üzerinde. Ve hızla artıyor. Daha ardından gelen dalgalar ne yapacak bilmiyoruz. Dünya, Z kuşağı denen, bilişim efendisi neslin de katkısıyla, elindeki teknik imkanları kullanım açısından, önceki çağlara göre, kıyas kabul etmez bir üstünlük konumunda. Karşımızdaki virüs, son derece aciz bir protein kopyası, bize karşı böylesine ezici bir üstünlük sağlamış olması, inanılır gibi değil. Ama gerçek. Maskeye karşı kampanya başlatan mı istersin? Karantinayı özgürlük ihlali olarak ilan eden mi ararsın? Kestiği ahkamlarla, insanların kafalarını karıştırmaya çabalayan açık oturumcular mı dilersin? Bildiklerini, bilmeyenlere bir türlü anlatamayan bilim insanlarına mı şaşarsın? Bu sorulara binlercesini ekleyebilirim. Kaç tane soru sorarsam sorayım, abuk subuk bir cevap alacağımdan eminim. Kime, ne soru sorarsak soralım, emin olduğum tek şey, sormadığımız bir sorunun cevabını alacağımızdır. iki gündür İzmir'de de maske takmak zorunlu. Salgın başladığından bu yana geçen 4 ay içinde, her gün her televizyon kanalında maskenin nasıl takılacağı gösterildi. Gösterildi de ne oldu? Her fırsatta İzmirli olduğunu söyleyerek övünen İzmir halkı, maskeyi, koluna, omuzuna, beline, eline, gözüne, kulağına, sakalına, alnına, saçına, kaşına, parmağına, tırnağına, kemerine taktı da bir tek ağzına burnuna takmadı. Atatürk Lisesi ikinci ve 3. Sınıfta fizik dersimize giren, nur içinde yatsın, rahmetli Sururi Bayar hocamız, maske mesafe ve temizlik kuralları başlığı altındaki bu üç tedbire uymayanları görseydi ne derdi diye düşündüm. Noktası virgülüne kadar şöyle derdi: Bre itler! Bre köpekler. Bre it oğlu itler! Bre yüksek sosyeteye mensup adi ... çocukları! Bre ..venkler! Biz size böyle mi öğrettik? Biz size sosyal mesafeyi ihlal edin mi dedik? Biz size maskeleri şeyinize mi takın dedik? Ellerinizi yıkadığınızı görmüyoruz. Biz mi görmüyoruz, yoksa siz mi yıkamıyorsunuz? İtler, köpekler gibi sürü halinde dolaşın mı dedik? Efendiler, Beyler gibi mesafeli durun demedik mi? Sonra ne mi olurdu? Tekme tokat herkese girişiverirdi. Hiç kimse de onu durduramazdı. Bu dönem fırsat  arayan oportünistlere de altın bir çağı olarak hatırlanacaktır. Çok zengin oldular ve olacaklar. Hepsine lanet olsun!  Uzmanlık sonrası  2 yıllık mecburi hizmetimi, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin, Dışkapı Deri ve Tenasül hastalıkları Dispanserinde icra ettiğim günlerde, tamda bugünkü gibi bir kaosun içindeydim. Blok yazmaya başladığım ilk günlerde de anlatmıştım. Ayrıntıya girmeden söyleyeyim. Dünya, AIDS ile yeni tanışmıştı. Bu hastalığın virüsü, yani HIV bugüne kadar 100 milyondan fazla insana bulaştı, her yıl bu hastalıktan 1 milyon kişi ölmeye devam ediyor. Bu virüsün şimdikinden farkı, kurbanlarının %dosandokuzu onu dikkate almayanlar. Dikkate alanlar için bir risk yok. Tek istisnası, kanla da bulaşabiliyor. Ahlak yoksunu sapık insanlar da bunu bilerek bulaştırıyor. Bu da işin cabası. Aklı olan her insan, tedbirli davranarak kendini kurtarabilir. Covid-19 da böyle bir şans yok. Aramızda dolaşan hayaletler, kasti ya da bilmeyerek, gönüllü ya da gönülsüz virüsseverler olarak aramızda dolaşıp, ölüm saçmaya devam edecekler. Zorunlu hizmetimin ilk günlerinden itibaren, bütün risk grubuna, alınacak önlemler hakkında nefesim tükenene kadar, her gün, tam mesai bilgi verdim. Ayrıntıları anlatmıştım. Başlangıçta kimse beni kaale almadı. Nezaketimi ve mesafemi koruyarak, bıkıp usanmadan anlattım. Bu kitlenin okuryazarlığı hemen hemen yoktu. Yalnız beni dinlememelerinin bir mantığı vardı. Hasta olduklarını kabul etseler, bazı hastalıklar için, yatarak tedavi olmaları gerekiyordu. Hastaneye yatınca, genelevde çalışamayacak, para kazanamayacaklardı. Yine de, 
Arnavutinadımla, hiç vazgeçmeden devam ettim. Azimle devam eden, taşı bile delecek noktaya gelebiliyor. Böylesine bir devamlılık, küskün talihi bile insafa getirip, aklın rehberliğinde, pratik çözümlere ulaştıralabiliyor. O günlerde, hastanenin arşivinde kalmış, toz topraktan, rengi şekli belirsiz fotoğraf ve afişleri bulduğumda; beynimde çakan şimşek yolumu aydınlattı. Onları, hastane girişinden 2. kata kadar çıkan yolun her yerine, gözü olan herkesin görebileceği şekilde astım. Rutin muayeneler ikinci katta yapılıyordu. İkinci kata çıkmazlarsa muayene olamaz, muayene olmazlarsa, vesikalar imzalanmaz, vesikasız çalışamaz ve para kazanamazlardı. Sektörleri para kazanmak üzerine dönüyordu. Posterler öylesine çarpıcı idi ki, burun kıvırıp geçmeleri mümkün değildi. Ölümü edebiyatla değil, görsel gerçeklerle daha iyi anlatabilmiştim. Şu anda dünyada, öyle trajediler yaşanıyor ki, konunun dışındakiler bunu kolay anlayamaz. Atınca mangalda kül bırakmayan, anlışanlı medya takımı, nasıl yaparım da reytingimi arttırıp, malımı satar köşeyi dönerim derdinde. Yani mutad üzere, kasap et derdinde. Şaşırtıcı olan ise, kurban can derdinde değil. Yöneticiler, yönettiklerinin hayatını koruma konusunda ciddi ise, sözlü uyarmanın fazlaca bir kıymeti harbiyesi olmadığını anlamalılar. Halkın kafasını karıştıran bilgi kirliliğine  dikkat etmeliler. Televizyonda, spor yapanlar maske takarsa, karbonmonoksitten ölürler gibisinden bir alt yazıyı hayretle okumuştum. Bu kadarına da pes hatta yuh dedim. İşgüzar yayın elemanı karbondioksitle karbonmonoksiti birbirine karıştırmıştı. Çok bilmiş, kerameti kendinden menkul spikerler, bırakın bilimseli, filimsel bile konuşmayı beceremeyen sorumsuz yetkililer, hoş olduğu tartışılır, boş olduğu tartışılmaz siyasetçi geyikleri ile kaos sadece ve sadece büyütülüyor. Naçizane düşüncem şöyle; kitle iletişim araçları ile, televole mantığından uzak bir şekilde, yaşanan tüm trajediler, solunum cihazından mezara kadar olan, defin işlemleri dahil, hastaların ve yakınlarının çığlıkları, ölenlerin acıları, gerek işitsel, gerekse görsel, bütün dünyadan tüm dünyaya, anında, tam olarak, naklen verilsin. Belki, bana dokunmayan virüs bin yıl yaşasıncılar, sıranın kendilerinde olduğunu fark ederler.
Bu salgının vurguladığı bir şey daha var; kural. Kurala uymak, toplumun anayasası. Çünkü o, toplum mutabakatının sonucu hayat buluyor. Doğrudur değildir. Mantıklıdır mantıksızdır. Doğru yanlış, adaletli adaletsiz, vicdanı gayri vicdanı, bilimsel filimsel vs vs dir. Romalılar toplamda 3000 yıla yakın global gücünü onlardan almıştır.  Değiştirilinceye kadar önceki kurallarına yani yasalarına uymuşlardır. Uymayan ceza görmüştür. H1 N1 ile mücadelede Kural çok basit. 3 adet tek kelimelik kural var. Buna uymak aklın gereği. Uymamak tam karşıtının gereği. Yani cinnetin gereği. İnsan biraz sorumluluk almaz mı? Eskiden salgın dönemlerinde, öyle uygulamalar yapılmış ki, inanmak güç. Bazı şehirler çıkışları kapatılıp insanları ile birlikte yakılmış. En ucuz örneği verdim. Şu günlerde tespit ettiğim bir bilgiyi aktarmak istiyorum. Nijerya dünyanın en kalabalık ülkeleri sıralamasında ilk ona giriyor. Afrika'nın Gine Körfezi kıyısında bir ülke. Nüfusu 210 milyona yakın. Bu, onu Afrika'nın en kalabalık ülkesi yapıyor. Dünyadaki 200 üzerinde ülkenin salgın istatistiklerine baktığımızda, çok çarpıcı tespitler yapabiliyoruz. Batı, bu kriz yönetiminde sınıfta kalmıştır. Ülkemiz, iyi götürüp, sınıfı geçme konumunda iken ikmale kalmayı hatta 2 kez üst üste çakıp belge almayı ister gibi bir görünüm çiziyor. Gelelim Nijerya'ya. Salgın başlar başlamaz sokağa çıkma yasağı ilan etti. Dünyanın diğer ülkelerindeki çoğu kimsenin yaptığı gibi, onlar da yasak falan takmadı. Peki devlet ne yaptı? Malzemeden kaçınmıyorum dedi. Bu malzeme, güvenlik güçlerinin silahlarından çıkan mermilerdi. Eli beli silahlı bu görevliler de işçilikten kaçınmadı. Hedef gözeterek ya da gözetmeden, yasağı delenlerin üzerine yaylım ateş açtı. 17 Nisan 2020 günü, sokağa çıkanların 18 tanesi vurularak öldürüldü. Düzinelercesi yediği kurşunların izlerini, ölünceye kadar üzerinde taşıyacak. Bunu öğrendiğimde inanamadım. Ne diyeceğimi hala bilemiyorum. Bunu kim hatırlıyor ya da hatırlayacak. İnsanlığın sazan hafızası belki de hiç hatırlamayacak. Ancak yıllar sonra salgın istatistikleri incelendiğinde, Nijerya denilen bu 3. Dünya ülkesinin, salgın istatistiklerinde, O an için, dünyanın en iyi durumda ülkesi olmasındaki sırrı da bir türlü çözemeyecek. Kendi yandaşlarının ölümüne, şehitlik payesi biçenler, karşı taraftakine ise bunu çok görenler konusunda özel bir hassasiyetim vardır. Sadece kelime olarak söylüyorum, Şehitlik, Müslümanların kullandığı, onlar tarafından literatüre eklenmiş, apayrı anlamı olan bir kavram. Günümüzde herkes kafasına göre kullanıyor. Benim hassasiyetim, soyumdaki 3 dedemin, bu mertebe uğrunda canlarını vermiş olmalarıdır. Onların kaybı, tüm hayatımı 2 asra yakın süredir, acı ile örülmüş bir temele oturtmakta. İnsanın sadece bugünü yok. Öncesi ve sonrası ile bir bütün. Hayatın akışı su geçirmez hücrelerden oluşmuyor. Şehit mertebesinin üzerindeki parlak güneş, her karanlık uçuruma sürüklendiğimde, yolumu aydınlatıp beni düze çıkarmıştır. Kilisenin kuduz köpekleri, ermenilerin, rusların, sırpların, bulgarların, ingilizlerin diğer insanları katlederken, kendi leşlerine şehit yakıştırması yaptıklarını kahrolarak görüyorum. Ah elimin altında bir düğme olsa. Kırmızı renkli olduğunu hayal ediyorum. Ona basıp bu alçakları yok edebilme imkanım olsa, o düğmeye basar mıydım? 5 yaşımdayken babamın anneannesi NAFİYE ninemin tüm soyunun, 1877'de ki 93 harbi'nde, Erzurum'da cami ve ahırlara doldurulup, rus destekli ermenilerce yakıldığını, annemin dedesi, Osmanlı kolağası Abdullah Bey'in, 1899 yılında Makedonya'da yine rus destekli, sırp çeteci katiller tarafından pusuya düşürülerek şehit edildiğini, babamın babası Ömer'in, henüz bebek oğlunu bir daha görmemek üzere bırakıp,1912 Balkan savaşına gidip, şehit olarak dönmediğini çevreden duymuştum. Bugün 70 yaşındayım ve 65 yıldır, bu katiller ve soylarına duyduğum nefret içimi yakıyor. En büyük hayalim, bu alçak ulusların, benim soyumdan gelecek olan birine bu hesabı ödemeleridir. Ya da, en azından ellerinin, bizim ulusumuza atfettikleri kadar belki daha da çok, kanlı olduklarını kabul etmeleridir. Temizlenmek istiyorsak bütün dünya elini yıkasın. O düğmeye basmak istemeyeceğim konusunda, sevgili kardeşim Hasip Akgül bana şahitlik edebilir. Bir de bu nefreti, ben bizzat içimden atabilseydim ne kadar mutlu olurdum diye düşündüğüm oluyor. Bu toprakların hakim inancında, başkalarının yararına, inancı doğrultusunda can verenlere şehit deniyor. Karambole olmamak, tedbirini aldığı halde, önceliği suda boğulan ve ateşte yananlara vererek kazaen ölenlere de şehitlik mertebesi verilirmiş. İntihar denmiyor. Bu salgın sırasında, kaybetmiş olduğumuz meslektaşlarım için de aynı duygular içindeyim. Nijerya'da, salgın uğrunda, yasak deldiği için öldürülenlerden, müslüman olanlar var mıdır bilmiyorum. Şehit kategorisine girip girmedikleri Allah'ın takdiri. Ama şurası kesin ki; salgın sonrası yapılacak bilimsel araştırmalarda, Nijerya'nın salgınla mücadelesinde alacağı başarılı sonuçlar, kafa karıştırmaya devam edecektir.


Yorumlar

  1. Yaşar'ım. Bir makalemde, insan üzerine, aşağıdakileri yazmışım:
    "Diğer canlıların kendi türlerine yapmadığı şekilde insanların birbirlerini kitleler halinde öldürmelerini akıllarına sığdırmaları; bunun akılda normalleşmesi, evrimleşmiş, akıllı ama doğal bir canlı olmaktan çıkıp akıllarının başka bir evrime sürüklenmesi, insan olmaktan çıkıp geriye doğru artık başka bir canlıya da değil, artık doğa dışı başka bir yaratığa dönüşmesidir. İnsanın kirlenmesinin doruk noktasıdır."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Levent, sağduyunun, gezegenimizi terk ettiği şu son dönemde yaşanan akıl tutulmalarına, makalen ile çok öncesinden ışık tutmuşsun.
      Son yazıma, sonradan, Sururi Bayar hocamıza atfen bir paragraf ekledim. Gözlerinden öperim.

      Sil
  2. Keşke genelevde çalışırken yaşadığınız olayları, ilginç anektodları, aklınızda kalan kişileri paylaşsanız. Genel kimsenin iç yüzünü bilmediği. toplumun karanlıkta kalan bir kurumu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cep telefonu kullanmazken, eşimin telefonuna musallat olarak, yani kısıtlı zaman handikapı ile de mücadele ederek, buna ek, dijital çağın, hiç bilmediğim olanaklarındanda faydalanmadan, daha doğrusu faydalanama dan, 1,5 yılı aşkın bir süredir blogla cebelleşiyorum. Anlatmak istediğim çok şey var.Sizin değindiğiniz konuda, blog yazmaya başladığım ilk zamanlar, bir düzineden fazla yazı yazdım. Aslında yüzlercesi var. Yetiştirememe stresine kapıldığım oluyor. Unutma riski ise her giden günle birlikte büyümekte. Bir de, isim vermeden, tarih vermeden, mekan belirtmeden nasıl yapılır onu düşünüyorum. Bu ülkede, hukuka muhtaç olduğumda neler yaşadığımı da unutmuyorum. Bulaşmak beni her zaman çok korkuttu. Suya sabuna dokunmadan nasıl anlatılır bilmiyorum.Mahkemeye her çıktığımda, ki düzineler olmuştur, rezilliğin bini bir paraydı. Başıma bela açmadan, anlatmanın bir yolunu bulursam anlatacağım. Kısaca, 70 imden sonra anlatacağım ne çok şeyim var. Dilerim anlatabilirim, dilerim karanlık sahalara ışık olur.
      Sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS