İKİ KARAOĞLAN

En bilinen adıyla zenci demiş olduğumuz, akyürekli, karaderili kardeşlerimiz için benim en çok tercih ettiğim yakıştırma ad, Karaoğlandır. Bayan olanlar için karakız terimi biraz kaba kaçıyor. Onlar için çikolata lakabı daha sevimli. Atatürk lisesi günlerimden, bir de çikolata hocamız vardı. Ona Dürdane hoca diyorduk. Tam ismi Dürdane Tamay. Edebiyat öğretmeniydi. Ben onun talebesi olma şansını yakalayamadım. Ama bu şansı bulanlar, öve öve bitiremiyor, onu yere göğe sığdıramıyorlardı. Ben vakıfta görev yaparken, adı her geçtiğinde, herkes huşu içinde kendine bir saygı pozisyonu alıyordu. Hiç evlenmemiş, mesleğini eş seçmiş olanlardandı. Akrabası var mıydı bilmiyorum. Ama nesi var, nesi yoksa İzmir Atatürk lisesi eğitim vakfı'na vasiyet etmişti. Çoğumuz gibi, onun da büyük aşkı İzmir Atatürk Lisesi olmuştu. 68 kuşağının İzmir ayağı, nerede ise tamamen İzmir Atatürk Lisesi kaynaklıdır. Zaten cumhuriyete hayat veren çınarların çoğuda İzmir Atatürk Lisesi mezunlarıdır. Türkiye'nin diğer kısımları alınmasın ama rakamlar böyle diyor. Buradan mezun olmayıp da, burada öğretmenlik yapmış olanlar, ne hikmet ise, çoklukla, buranın atmosferini özümseyip, kendilerini en az öğrencileri kadar Atatürk Liseli hissederler. İşte bunların içinde, en öne çıkanlardan biri de Dürdane hocamızdır. Nur içinde yatsın. Levent Ünsal kardeşim, yazılarıma desteğini ve katkısını esirgemiyor. Hasip Akgül, Hüseyin Canbulat kardeşlerimin de desteği ile eksik enerjim yerine geliyor. Zaten, son günlerde şu yeni formatla boğuşurken, onların verdiği ek enerji olmasa, bu blog işine devam edemezdim. Herkesin, herkese uzak olduğu, şu  H1N1 günlerinde, gönül dostları ne kadar önemliymiş anladık. Nefret ikliminde yaşayanlar, virüsün hiçbir ayırım yapmadığını anlayıp da, ayrımcılığın insan yapısıyla birlikte sürdürülebilir olmadığını, acaba anlamışlar mıdır? Levent Ünsal kardeşim, gündüz feneri başlıklı yazıma vermiş olduğu katkıda, Ali Hekim Belgen ve Ahmet Ordu kardeşlerimin 10 yıl önce aramızdan ayrıldığını yazmış. Gönlümdeki Kara oğlanlardan ikisi eksildi. İnsanları tanımak dünyayı tanımak. Bu ikisini tanımak, benim varsıl olmayan dünyama eklenmiş iki nadide mücevherdi. Hazinemden 2 elmas eksildi. Nur içinde yatsınlar. Ahmet'i 1968, Ali'yi 1973'ten beri görmemiştim. Türkiye'deki Karaoğlanların çoğu, Habeşistan kökenliydi. Osmanlı döneminin yadigarıdır. Atatürk Lisesi'nde, lise 1'den başladığımız arkadaşların çoğu ile, bir sonraki sınıfta birlikte değildik. En azından, benim için bu böyle oldu. 3 Fen D ise benim için tam kadro yabancıydı. En arka sırada, okul voleybol takım kaptanı, neredeyse 1 90'lık dev, enine boyuna devasa, Halim Şevki Benal'in sağ yanında, kendimle beraber, sınıfa ısınacağım günleri bekliyordum. İşte o sıralar, duvar kenarındaki sıra kümesinin en arkasında oturanlardan, siyah derili, akyürekli Ahmet Ordu, bu sınıftan bana ilk gülümseyenlerdendi. Tabii sonra gerisi geldi. Yine o günlerde, Ahmet'in bir arkadaşı, şu adamın ismini yan yana 3 karenin içine yazabilir misin dedi. Her karenin içinde birden fazla karakter olmayacaktı. Benim IQ seviyem, böyle zamanlarda, bana hiç yardımcı olmamıştır. Boşuna debelenmektense, pes edip, boyun bükmek iyidir kabilinden, sizden öğrenelim dedim. Bu,
 sınıfın bildiği bir espriymiş. O sınıfta, Ahmet Ordu'nun lakabı 
Habeş idi. İlk kareye H, ikinciye A, üçüncüye rakamla 5 yazdığınızda,Ahmet Ordu'nun adresi tamamlanmış oluyordu. Bu 3 kareyi zarfın üstüne yazmışsanız, bizim sınıfa gelen böyle bir zarf direkt olarak Ahmet Ordu'ya havale edilirdi. Ahmet Ordu, düz siyah saçlı, zencilerden bir ton açık tenli, son derece sağlam yapılı, geniş omuzlu, ilk bakışta güreşçi olduğunu gösteren bir fiziğe sahipti. Ali Hekim Belgen'i 1965 yılının sonbaharında tanıdım. 1 F şubesinde beraber okuduk. Çok ince ve uzun boyluydu. Teninin siyahı, işte gerçek siyah bu dedirtecek tondaydı. Ancak yüz hatları, Hollywood aktörlerini kıskandıracak kadar mükemmel ve orantılıydı. Sporla fazla alakası yoktu. Onunla muhabbetimizin ağırlıklı kısmını müzik oluşturuyordu. 90'lı yıllarda yeddiemin deposunu boylayan, müzik arşivimdeki 45'lik plakların bir kısmında Ali'nin büyük katkısı olmuştur. Bulamadığım bazı plakları, piyasadan benim için araştırıp temin ediyordu. Arada bir, Eşrefpaşa'daki viranesinden teslim alıyordum. Çılgın derecede Jimi Hendrix hayranıydı. Onun hakkında bilmediği yoktu. Nasıl gitar çalıyor dediğimde, ağzı ile gitar sesini, elleriyle gitar çalma pozisyonunu, öylesine birebir yapabiliyordu ki, karşınızda Jimi Hendrix'i görüyor gibi oluyordunuz. O kadar hayranlıkla izlerdim ki, çok keyiflenir, parçası bittiğinde başı ile eğilip selam verirdi. O yıllarda annesini kaybetti. Zaten, annesi ile hiç karşılaşmamıştım. Jimi hendrix öldüğünde, zannediyorum annesi henüz hayattaydı. Kimden duyduğumu hatırlamıyorum mahallesinde konuştuğu bir kız varmış. Arasına, fakirliğinden başka ne girmiş bilmiyorum. Ayrılmışlar. Hatta söylendiğine göre, kız kahrından intihar etmiş. Zor kurtarmışlar. Bunları o söylemedi. Sağdan soldan duydum. Benden Jimi Hendrix plakları isterdi. Onun çevresinde, ondan başka Jimi Hendrix hayranı yoktu. Son gittiğimde, evinin yağmurdan çöktüğünü söyledi. Kış kapıdaydı. Buralardan gideceğim diyordu. İnanmadım. Sonraki gidişimde, bir sürü hurdanın, aralardaki sayısız, eskiden belki de annesinden kalma, paslı kova ve tenekelere dikilmiş çok çeşitli çiçeklerle güzelleştiği, minik bir arsa içindeki yıkıntı, beni Alisiz karşıladı. Ali'yi bir daha görmedim. Her ikisini de bulundukları yere yani kalbime gömdüm. Dünya benim için eksilmeye devam ediyor. Onlarla birlikte olduğumuz günler eşsizdi. Öyle de kalacak.
 

 





Yorumlar

  1. Yaşar'ım, ben senin bütün yazılarını, kendi aydınlanma yolculuğumda katkısı olduğunu,
    değer bilerek okuyurum.
    Ali'nin İkiçeşmelik, Bayramyeri çıkışında sol üstteki evinde Ekrem Öztop ile çok vakite geçirmiştik.
    Manzara aynen senin tarif ettiğin gibiydi. Bir de bir insan iskeleti vardı. Doğru yazılışı ne menem bir şey bilemiyorum, bir de Sintizaysır gibi bir şeyi vardı. Ali müziğe çok yatkındı ama biraz maymun iştahlıydı. Bir müzik aletinde karar kılamadı. Çok büyük hayalleri vardı ve hayal kurmak ona yetmek zorunda idi. Çünkü her daim parasız dı. Bir keresinde iki çeşmelik yokuşunda bir tişort atölyesinde baskı işinde çalışıyordu ve atölyede ikamet ediyordu. Bir gün atölyede bir yangın çıktı ve ölümden döndü. Çok geniş bir seven grubu vardı. Evsiz kalmazdı. Bekar evli farketmez arkadaşları onu bağrına basardı. Derviş gibi ruhani bir kişilik görürlerdi Ali de.
    Ali yi anmaya devam edeceğim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Levent, yazdıklarını okuyunca, kafamdaki sisli hayaller, daha bir görünür hale geldi. Bahsetmiş olduğun alet, o zamanlar MOOG ismi ile anılıyordu. İyi kötü ve çirkin, bir avuç dolar, birkaç dolar için, onları yükseğe as isimli spagetti Western film müzikleri, Hugo Montenegro tarafından bu aletle yorumlanmış, bunları içeren bir de long play çıkmıştı. O albümü Ali benim için arayıp buldu. Arşivimin en sevdiğim albümlerindendi. Gözlerinden öperim.Sevgiler. sevgiler

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS