9 EYLÜL 1957

 Eylül ayı, İzmir'de, okulların, kapılarını öğrencilere açtığı aydır. Okula başlayacağım o yıl, benim için çok özeldi. Bornova ovasındaki bahçemizde, yapmış olduğum çiftçiliğin yanında, bir meşgalem daha olacaktı. Bornova Ovası'nda çiftçilik yapan aileler çocukların eğitimini fazla önemsemezdi. Çoğu ilkokulu bile bitirmemişti. Benim çevremde bildiğim kadarıyla, ortaokula giden olmuştu fakat bitireni hatırlamıyorum. Bu okul denen şey nemenem bir şeydi? Üniversiteye başlayıncaya kadar, bizim ailede en tahsilli kişi babamdı. Bütün çocuklarını okula yazdırıyor, sonra kendi haline bırakıyordu. Çocuklarının okula başlaması ile ilgileniyor, hiçbir zaman katkı vermiyordu. Çok şey biliyor, hiçbir şey yapmıyordu. Başlayacak olduğum okul hakkında bir fikrim yoktu. Sadece çok korkuyordum. Ablam ilkokulu bitirmiş, sonra tahsile devam ettirilmemişti. Devam etmiş olsaydı, çok başarılı olacağına her zaman inanmışımdır. Küçük ablam 2 yıldır okula gidiyor fakat sınıflarını geçemiyordu. Çevreden, annem dahil, duyduğum laf; okul zordu ve gereksizdi. Kimse, korkma çalışan yapabiliyor demiyordu. İşte Eylül gelmişti. Önümde, ne kadar süreceğini bilmediğim, kimseyle paylaşılmamış kaygılarla örülü, ne ile karşılaşacağımı, kısaca, ne yapacağımı bilmediğim upuzun bir yol açılıyordu. Eylül'ün ikinci haftası, pazartesi günü, babam eşeği sarıp, beni de terkisine oturtarak, okula kaydettirmek üzere Bornova'ya götürdü. Eve uğrayıp, eşeği orada bıraktık. Evden nüfusumu yanımıza aldık. Bu, mavinin bir tonu, her sayfası ay yıldızlı ve seri numarası olan, orta büyüklükte bir defterdi. Babam onu cebine koydu. Çıktık. Nüfus sureti, ikamet kağıdı, vs evrakları tamamladık. 12 adet fotoğraf gerekiyordu. Fotoğraflar alamünit olacaktı. Fotoğrafçı dükkanlarında çok daha kaliteli fotoğraflar çekiliyordu. Fakat bir haftadan önce çıkmazdı. Ve çok pahalıydı. Bize, o gün fotoğraf gerekiyordu. Bugün, Kocaoğlu işhanının olduğu yerde o zamanlar, bir şaraphane vardı. Halit Bey'in şaraphanesi deniyordu. Bornova'nın, şimdilerde yok olmuş ovasının, eşsiz misket üzümlerini işleyerek şarap yapan fabrikalardan bir tanesiydi. Halit Bey'in en küçük çocuğu Sinan Kocaoğlu ile ilkokulda 5 yıl aynı sınıfta okumuştuk. İşte bu şaraphanenin arkasında, Bornova çarşısına çıkan bir ara sokak ve orada konuşlanmış Mustafa amca vardı. Girit göçmeniydi. Babam yaşlarda, gözlüklü, şık giyimli bir adamdı. Müşteri beklerken oturduğu tahta sandalyeye, resim çekileni oturturdu. Sandalyenin tam arkasında, siyah kumaştan bir pano vardı. Liseyi bitirinceye kadar bütün dakikalık fotoğraflarımı o çekti. O gün, benim boyumdan yüksek, 3 ahşap ayak üzerine oturmuş, ön tarafında körüklü objektifi, arka tarafında, siyah kumaştan bir kolluk takılı, yan duran bir gaz tenekesi büyüklüğündeki fotoğraf makinesi ile ilk kez karşılaşmıştım. Fotoğraf ustası, makinenin objektifini, tenekemsi bir kapakla arada bir açıp kapatıyor, kolluğa elini sokup, bir şeyler takıp çıkarıyor, kutunun altındaki çekmeceyi arada bir çekip içine su ve bazı tozlar koyup, onları değiştiriyor, daha sonra fotoğraf olacak, fotoğraftan daha büyük, kartonumsu kağıtları suyun içine koyup çıkarıyordu. Bu ıslak kağıtlardan 3 tanesini makasla önce ikiye sonra dörde keserek 12 tane fotoğraf çıkarttı. Ve onları  parmaklarımın arasına tutuşturup, bekle kurusun dedi. Kağıtlara bakınca afalladım. Bu resimdeki çocuk ben miydim? Elimde tuttuğum, siyah beyaz kağıtlar, benim çekildiğim ilk fotoğraflarımdı. Daha önce hiç fotoğrafım olmamıştı. Onlar kuruyuncaya kadar, ilgi ve merakla seyrettim. Fotoğraflar henüz kurumamıştı. Ama öğle tatili olmadan okula gitmemiz gerekiyordu. Ara sokaktan sola sapınca, sağda karakol, onun bitişinde postane, solda intibah-ı milli eczanesini geçerek, Bornova'nın minicik Cumhuriyet meydanına çıktık. Cumhuriyet meydanı ve onun devamı Atatürk caddesi parke taş ile döşeliydi. Caddenin devamından, sağa doğru ayrılan çiftçi caddesi de Üçyol'a kadar parkeydi. Diğer sokakların çoğu toprak, merkeze yakın olanları arnavut kaldırımı ile kaplıydı. Atatürk caddesi'nin sol tarafında, meydana bakan, Bornova'nın en güzel taş binası Kars okulu vardı. Tam onun karşısında, orta genişlikte, solunda bir levanten köşkü, devamında, şimdi halk eğitim merkezi olan, iki katlı Hilal okulu vardı. Caddeyi, belediyeye doğru yürüyünce solda Ecnebi mahallesi'ne giren bir sokak, onun karşısında, solunda, Caroline Koç'un dedesi Bil Giraud malikanesi, karşısında çok büyük başka bir malikane olan bir toprak yol vardı . Bu yol ileride, sağında Hilal okulunun arka bahçesi, ilerisinde henüz kaldırılmamış, taşlarının bazısı duran, Bornova'nın bittiği yer yani mezarlık vardı. Bu mezarlık ile Park arasında uzayıp giden çiftçi caddesi sağlı sollu tek katlı, bahçeli müstakil evlerin yapıldığı, Bornova'nın yeni mahallesi'ne doğru uzanıp gidiyordu. Bu cadde ile Atatürk caddesi ve belediye binasının oluşturduğu geniş üçgen alanda. 9 Eylül ilkokulu vardı. İşte benim 5 yıl süreyle devam edeceğim okul orasıydı. Onun tam karşısında 9 Eylül sineması vardı. Bu bir açık hava sinemasıydı. Sinemadan önce, birbiriyle kol kola birkaç eski Rum evi ve onların arkasında, yükek duvarlar arkasındaki, muhteşem bahçelerin ortasında, görkemli köşklerin konuşlandığı devasa ecnebi mahallesi vardı. Her birinin bahçıvanı, hizmetçileri, şoförü, içinde en son model hususi otomobilleri, bekçisi olan bu levantenler, nüfusu 10 bini geçmeyen, birkaç elit dışında, sağdan soldan göçmen, işçi çiftçi takımı ile ne yaman bir çelişki idi. Sonradan büyük açık hava sineması olacak, mezarlığın batı kenarında bir kısım, tütüncülük yapan Dramalı ailesinin,  tütün fidesi yetiştirdikleri bir toprak parçasıydı. Bizim evden 9 Eylül okuluna en kısa yol, bu mezarlıktan geçiyordu. Tabii, orası yol değil açık bir araziydi. Babam beni okula kaydettirdi. Numaram 743, sınıfım I-A olacaktı. O kadar gergindim ki, hem okulumun, hem caddenin hem resmi binaların kocaman albayraklarla donatıldığını ancak kayıt bittikten sonra fark edebildim. 9 Eylül 1957 pazartesi, 9 Eylül ilkokulu'na kaydolduğum gün, İzmir'in, iğrenç Yunan istilasından kurtulduğu gündü. O felaket günleri yaşayan insanların çoğu hayattaydı, 9 Eylül Kurtuluş günleri, şimdilerde asla yaşanamayan bir mutluluk ve coşku ile yaşanıyordu. 


Yorumlar

  1. Kaleminize sağlık, özlediğim yerlerin eski hallerini öyle güzel anlatmışsınız ki. 9 Eylül 1957’de o okula kaydolduktan sonra da yarım asırdan fazla sürecek ve ölüm döşeğinde bile bırakılmayacak bir dostluk gelişti. Bizler dr bunun en yakın şahitleriyiz. Sevgiler, selamlar.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, Benim de unutamadığım bir 9 Eylül 1976-77 olabilir 7-8 yaşlarındayken; babam askerliğini Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayında süvari olarak yaptığından süvarileri seyretmek için her 9 Eylül'de Konak meydanına giderdik. Fakat öyle bir yağmur yağdı ki tören iptal edildiğinden gidememiştik üzülmüştüm. İhsan Alyanak Belediye başkanı iken Kemeraltın'da ki eski binaları yıkmadan önceydi.
    Şimdiki İzmir emniyet binasının arkasındaki otoparkın olduğu yerde tabi ki binalar yıkılmadan önce karşısında bulunan 853 sokak şimdiki portakal nar vb. meyve suyu sıkıcısının (Şerbetçibaşı) yanındaki kuruluş yılı 1967 olan babamın matbaasından yağmuru seyretmiştim. Çocukluğumda yağmurlar eylül ayı gibi başlardı. Şimdi dikkat ediyorum yağmurlar eylül ayında hiç yağmıyor. Yaşar Abi benim de 9 Eylülde unutamadığım bir anımı paylaşmak istedim. Sağlıklı günlerde görüşmek ümidi ile Saygı ve sevgilerimi sunarım... Matbaacı Hakan.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS