BU DEVLETE

İnsanlar bir şeyi verirken, diğerlerinden bariz bir şekilde farklı tepkiler gösterir. Alıyorken göstermiş olduğu şevk ve arzuyu tam tersi oluyorken gösteremez. Kendisini kurtaramayan parayı, icat eden Krezüs, Pers kralı tarafından, parayı icat ettiği topraklarda, bir odun yığını üzerinde cayır cayır yanarken, isminin, keşfi bir milat olan para ile özdeşleşerek sonsuza kadar anılacağını bilmiyordu şüphesiz. Alınan, verilenin yani kısaca alışverişin sembolü artık paraydı. Para el değiştirirken, olayın mutsuz tarafı parayı veren yani ödemeyi yapandı. Biri mutsuz ise, o, o alışverişin kayıpta olanıdır. İnsanların birbirine güvensizliği, bir sürü ucube kurum doğurmuştur. Kurum diyorum, çünkü insan yapımıdır. İnsan dışındaki hiçbir canlıda bu örneği bulamazsınız. Devletten bahsediyorum. Millet, kendi aralarında, hiçbir konuda uzlaşamadığı için, sanal bir kişilik olan devlete mahkum olmuştur. Bu sanal kişilik de, kendi havası ve kuralına göre, millet denilen ve gerçeğin ta kendisi olan kişilerin ceplerine elini uzatma hakkına sahip olmuştur. Bir an için devletin olmadığını düşündüğümüzde, öylesine dehşete kapılırız ki düşünmeyi bırakırız. Sanal kişilik devlet, gücü yettiğine, sözünü geçirip, biat ettirerek,  falanca filanca hizmetine karşılık, malımıza, canımıza, göz nurumuza alın terimize daha birçok şeyimize ortak olur. Yani, vergi ismi altında her şeyimizin ortağıdır. Devlet ne yapar eder vergisini alır. Aldığının tam karşılığını verir mi? Hayır. Kimden alır? Vermemeyi başaramayandan. Bir şekilde, hizmet bekliyor isen, aklına yatsa da yatmasada, vergini ödeyeceksin. İşin felsefesi derin. Herkesin yaptığınla çelişmemek, sosyalleşmenin bedeli. Beğenmeyen çıkıp gider dağ başında oturur. Ancak orada, demin bahsetmiş olduğum kaygı devreye girer. Dağ başında, rastlayabileceğin, iki ya da dört ayaklı bir ayıdan seni kurtaracak hiçbir mercii yoktur. Bizim gibi tipler için, dünyanın hiçbir yeri güvenli ve adil değildir. Onun için, kuzu kuzu vergimizi öder, borcumuzu öder, kiramızı öder, faturaları öder, önümüze konan her bedeli öderiz. Hele ben, 657 DM plakalı, devletin uysal vatandaşı, maaşımı aldığım gün, tüm ödemeleri yapmadan eve dönersem kaşıntım geçmezdi. O gün, öyle bir motivasyon içinde olurdum ki, yolda bir ödeme ihbarnamesi görsem, içimde gidip ödeme güdüsü uyanırdı. Sezaryenle doğmuş oğlumun, henüz yürüdüğü günlerde, vergi dairesine bir borcumu ödemeye gitmiştim. Demek ayın başıydı. O zamanlar, kamu çalışanları, maaşlarını şimdiki gibi ay ortasında değil, başında alıyordu. Eve dönerken bir arkadaşıma rastladım. İzninizi isteyerek ismini kendime saklıyorum. Tanışalı, bu yıl yarım asır bitti. Kendisi, bir emekli dahiliye uzmanı. Hayrola nereden deyince vergi dairesinden geldiğimi söyledim. Şöyle bir yüzüme baktı. Bayağı bir derin güldü. Hafif şaşkın bakışıma,hafif bir omuz silkişi ile cevap verip, tane tane ve selis türkçesi ile ; kardeşim sen saf mısın, bu devlete vergi verilir mi diye sordu. Cevap sorunun içindeydi. Verilmez diyordu. O güne kadar kaçabileceği tüm vergilerden kaçıp hiçbir ödeme yapmamış. Ne zaman karşılaşsak, aynı soruyu soruyor ben de, aynı şekilde, sorusunun altında eziliyor bir türlü cevap veremiyordum. Ona göre, ben safın tekiydim. Saf derken, aslında salak demek istiyordu. Nezaket kurallarına, kusursuz uyacak biçimde yontulmuştu. Yıllar böyle, ben ödeyerek o ödemeden geçip gitti. Şansı da çok iyi, af çıkıyor, vergi yasaları değişiyor, ve o hep yırtıyordu. Bu, kimsenin bilmediği, sadece bizim aramızda, özel bir espriye dönüşmüştü. Her seferinde, bu devlete vergi ödenir mi diye soruyordu. Bir gün, İzmir'de vergi dairesi önünde karşılaştık . Vergi dairesi ön cephesinde, kocaman harflerle vergilendirilmiş gelir kutsaldır yazıyordu. Bak dedim, ne yazıyor? Ben bu devlete vergi ödemem deyince, hafif sinirlenip o zaman Yunanistan'a öde. Sen ödemezsen, ben ödemezsem Yunanistan gelir, buraya alır, 1919'da olduğu gibi, vergiyi de ona ödersin dedim. Kızdığımı anladı. Üstüme gelmedi. Dünya yuvarlaktı. Dönüyordu ve dönecekti. Kaç kere kendi etrafında dönmüştü bilmiyorum, yine bir gün karşılaştık. Birbirimizi çok severiz. Fikirleri için, kimseye, hak ettiğinden fazla sevgi ya da nefret duymam. Olayları anlık yaşamaya çalışırım. Bu arada, ucundan kıyısından, tamamen kendiliğinden, ikimizinde arzusu ve isteği dışında, bir ekonomik faaliyet ile, yörüngelerimiz, ödeme yapma doğrultusunda kesişti. Hiç vebalimiz yokken yıllarca sigortaya borç ödedik. Benim için bir ilk değildi. Bir sürü bunun gibi trajikomik ödeme döngüsü içinde dönüp durmuştum. Ekonomik güçleri de karşılıklı tarttığımızda, ya ben cüceydim ya o bir devdi. 5 yıl öncesinden kalmış bir borcu, sigorta prim borcunu, cezası ile birlikte yapılandırmada ödüyorduk. Sonunda, paralel yürüyüşlerimiz aynı istikamete dönüşmüştü. Elimizdeki makbuzlarla selamlaşıyorduk. Artık gülemiyordu. Dudağımın bir kenarından fırlayacağından korktuğum tebessümümü zor zaptediyordum. Tamah ettiği, 3 kuruşluk vergileri ödemezken, şahsıyla hiç ilgisi olmayan binlerce liralık vergileri ödüyordu. Ona göre ben yine salaklığımdan ödüyordum. O akıllıydı ama ona haksızlık yapılmıştı. Bu ülkede adalet yoktu. Böylece onun da ağlaştığına şahit oldum. Ben artık 50'sinin üstündeydim. O kadar çok haksızlık ile boğuşmuştum ki. Sonunda onlara gülmesini öğrendim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS