GAZİ

 Üzerinde yaşamış olduğumuz bu toprakların kültüründe bir insanın alabileceği, alıp da isminin önüne ekleyebileceği en büyük unvan Şehitliktir. İkincisi Gaziliktir. Bir de Niyazi var. Hem babamın hem de ailemizin 9 numaralı çocuğu, benim hayatta kalan iki kardeşimden küçüğü, Yavuz'un 1995 doğumlu ilk çocuğunun ismidir. Şehit ve gazi olamayanlar için yurdumun güzel insanı tarafından uydurulmuş bir güzellemedir. 22 gün 22 gece süren, 13 Eylül'de biten, tarihimizin kuşkusuz en önemli savaşı Sakarya'dır. Kahpe İngiliz'in, aşağılık köpeği şerefsiz Yunan'ın, mesnetsiz Megalo İdeası, şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış Sakarya Meydanında, sonsuza kadar gömülmüş, Ankara kurtulmuştur. Dünyada, devletinden önce kurulmuş, Gazi unvanlı İlk ve tek meclis, bağrından çıkardığı, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır diyerek bu zorlu savaşı kazanan başkomutan Mustafa Kemal'e müşirlik yani Mareşal rütbesi ile birlikte Gazi unvanını, oy birliği ile, bundan tam 99 yıl önce bugün, 19 Eylül 1921'de vererek, Türk Milleti adına şükranlarını sundu. O günden bugüne, 19 Eylül'ü Gaziler günü olarak idrak ediyoruz. Onlara sonsuz teşekkür ediyor, minnet duyuyoruz. Benim ailemde de daha önce bahsetmiş olduğum, 3 şehit dedem var. Bir çoğu da Gazi dir. Akrabalarım dışında, Konak Deri ve Zührevi Hastalıklar Dispanserinde birlikte çalışmış olduğumuz sağlık memuru Mustafa, Kıbrıs gazisi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji Enstitüsü kadavra salonunda görevli personel Ali ağabey Kore gazisi, çeyrek asırdan fazla bir süredir, İzmir Opera ve Balesi Orkestrası başkemancı görevini yürüten, Arnavut ninemin,torunlarından Lalecan Muzaffer'in babası savaş muhabiri olarak Kore gazisiydi. Bu yazıda bitiremeyeceğim kadar çok Gazi ile tanıştım. Çoğu, bu şanlı unvanlarını yüreklerimizde bırakıp bu dünyayı terk etti. Dilerim mekanları cennet olsun. Bugün bir vatanımız varsa, onların sayesindedir. Bundan tam 44 yıl önceydi. Ülkemizin yine kan ağladığı zamanlardı. Kardeş kavgası ülkeyi kasıp kavuruyordu. Tıp fakültesinden mezun olalı ancak 1 yıl kadar olmuştu. 1975 yılının Ekim ayında askere alındım. Samsun'da 3 ay acemi eğitimi aldık. Sonra kura çekip birliklerimize katıldık. Ben kaderin cilvesi, Arnavut ninemin gönül verdiği Osmanlı kolağası Abdullah Bey'in memleketi Çanakkale'yi, kurrada çekip, birliğime katılmıştım. 8 ayı aşkın bir süredir  İntepe'deki 5.Deniz Top Tabur'unda, tabip asteğmen olarak görevdeydim. İntepe, daha önce Erenköy ismi ile bilinirmiş. Babam 1930 ve 40'lı yıllarda, bu bölgenin hemen batısında Ezine Bayramiç civarlarında istihkam subayı olarak görev yapmış. O topraklar, bir süre için beni de çekmişti. Çanakkale'den öyle bir tarih fışkırır ki, o topraklarda toprak olup kalanlara imrendiğiniz olur. 18 Eylül cumartesi günü, hafta sonu İzmir'e kaçamamış, Çanakkale'de kalmıştım. Çanakkale deniz hastanesinde nöbetçi idim. Nöbetten sonra pazar sabahı, kös kös İntepe'nin yolunu tuttum. İntepe'nin nüfusu 1000 kadar var mıydı bilmiyorum. Şimdi İzmir'de olmak varken işte buradaydım. Askeri gazino Çanakkale İzmir yolunun üzerindeydi. Bindiğim dolmuştan orada indim. İntepe Çanakkale arası 20 kilometre yoktu ama çok virajlı olduğu için yarım saatten önce gidilmiyordu. Kışla, köyün doğu tarafında yokuştaydı. Köyün bitişinde başlıyordu. Sonrası ormandı. Gazinoda biraz oturup, köyün batı ucunda konuşlanmış bataryalarının olduğu askeri bölgeye doğru yürüdüm. Toplar, boğazdan 1 kilometre içeride ve köye bitişikti. Boğazı hava ve kara saldırılarına karşı koruyacak olan bu silahlar, ikinci Dünya Savaşı'nda, Alman Messerschimitt lerine karşı Londra savunmasında kullanılan 9. 6 lık toplardı. Saha askeri bölgeydi. Hora Sismik-1 Saros körfezi'ne açılmış sondaj  çalışmalarına devam ediyordu. Ezel'i düşmanımız Yunanistan'la ipler gerilmişti. Zaten 1974 Kıbrıs harekatının üzerinden henüz 2 yıl geçmişti. Nöbetçi parolayı sordu. Parola hep değişir. Nereden bileceğim? Bildiğim şey, parolayı bilmiyorsan, nöbetçi parola sorduğunda geri dönüp gideceksin. Çekip vursa, görev liyakat madalyası alır. Üstelik gece ise, Yunanistan'a karşı üst düzey alarmda olduğumuz için uyarmadan tetiğe basma hakkı da var. Asker beni tanıyor. Daha önce tedavi ettim . Arkamdan seslendi. Asteğmenim kusura kalma. Şakacıktan ben sana sonra sorarım dedim. Topların sağ tarafında ek bir yapı vardı. Burası motor tamir atölyesiydi. Dönüş yolunda, bir iki adım henüz atmıştım ki, bir ses sen  benim askerime neyin hesabını soracaksın diye gürledi. Döndüm. Bir 75 boylarında, bej renkli eğitim elbisesi giymiş bir astsubay bana doğru yürüyordu. Bir elinde de içki şişesi vardı. Nöbetçi er, durumu anladı ve hemen astsubayı durdurdu. Ben sivil kıyafetli idim. O beni ben onu tanımıyorduk. Hiç karşılaşmamıştım. Nöbetçi er, astsubaya, kısık bir sesle bir şeyler söyledi. Büyük ihtimalle, ağzımı burnumu kırmak için üzerime gelmekte olan astsubay bir anda değişip, kusura bakma doktor asteğmenim diyerek özür diledi. Motor tamir atölyesi komutanı A..... Astsubay ile böyle tanıştık. Askeriyede  içki yasaktı. Ama neredeyse içmeyen yoktu. Hele, denizci olup alkolle dost olmayan kimseyi çok nadiren bulurdunuz. Hiyerarşide ben onun üstü konumundayım. Parolayı bilseydim misafirin olmak isterdim dedim. Burada parola benim dedi. Beni kapıp atölyeye götürdü. İçki masasının başına oturduk. İçmem ama, baktım onu tedirgin etmemenin tek yolu bu. Hatırına çiğ tavuk yemek için tam zamandı. Özür dileyerek, içkiye alışık olmadığımı, hatta hemen hemen hiç alkol kullanmadığımı en nazik şekilde dile getirdim. Karargahta adı geçen, her yerde her durumda, Allah'ın her günü, içki içmeden duramayan, her yerden sürülüp, doldurmak üzere olduğu emekliliğine kadar, bu gözden uzak atölye köşesinde barındırılmak istenen, Gazi A....... Astsubayla yanyanaydım. Daha önce  karşılaşmamıştık. İyiki arkasından konuşulanları hatırlamıştım. Önem verdiğim günleri unutmam. Unutmadan, bu kutlu günde seni tebrik ediyorum dedim. Hafif sarhoş, neymiş kutlu olan dedi. Soyumda 3 şehit yarım düzine kadar da Gazi olduğunu söyledim. Yerinden kalktı. Ne olduğumu anlayamadan bana sarıldı. Ben de, ilk defa karşılaştığım bu adama aynı hararetle karşılık verdim. İçkiyi o kadar yavaş içiyordu ki, sarhoş olmak istemediğini düşündüm. Konuşacağı ve duyacağı her kelimeyi harfi harfine özümsemek istediğini anladım. Gece saat 24'e kadar şehitler ve gazilerimiz üzerine konuştuk. Bana 54 şehidin öyküsünü tek tek anlattı. Hiçbir ayrıntısını unutmadan hafızama kaydettim. Bu Kahraman asil asker, 54 can yoldaşını, 54 şehit silah arkadaşını, onların yokluğunun, kaybının acısını, beynine unutturmak için, onu uyuşturmaktan başka bir çare bulamıyordu. Onunla bir daha karşılaşmadık. Ayık kafa ile konuşabilecek bir konumuz yoktu. A..... Astsubay 21 Temmuz 1974 , saat 22.50 de ikiye bölünerek batan, TCG KOCATEPE' den en son ayrılan canlıydı. Yaşadığı olaya,  askerî literatürde, DOST ATIŞI ZAYİATI deniyor. Askerliğim esnasında, bir de eğitim zayiatı diye bir şey öğrendim. Bir gün, belki, yeterince güç bulabilirsem, o konuya girerim. Ogün, kışladaki, kaldığım odama beni Gazi astsubayım götürdü. Çünkü parolayı bilmiyordum, kayıtlara eğitim zayiatı olarak geçmemi istememişti. Kışlada, henüz yatmamış askerlerden birine kahve yaptırıp bana içirdi kendi de içti. Aynı odada kalan 2 asteğmen arkadaşla birlikte dördümüz biraz daha oturduk. Tam o sırada, Radyo ara haber olarak, İstanbul İsparta seferini yapan, 146 yolcu ve 8 mürettebat taşıyan THY Antalya uçağının inişten az önce radardan kaybolduğu haberini verdi. Ertesi günü facianın boyutları belli oldu. Kurutulan yoktu. Bu anlamı büyük gün, 154 insanımızın daha kaybıyla apayrı bir boyuta büründü. Rahmetle anıyorum.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS