PAT

 1976 yılının ilkbaharında, tabip asteğmen rütbesiyle, Çanakkale'de vatan borcunu ödemekteydim. Mart ayı idi. Sıhhiye sınıfı karacı sayılıyordu. Ordu'nun bize tahsis etmiş olduğu kıyafet de karacı subaylar ile aynı elbise idi. Bu elbiseler, kilo alıp vermelerle, yedek subayların üzerine uymaz, adeta üzerimizde ağlardı. Kışladaki terziler, ellerinden geldiği kadar, elbiselerimizi teselli edip avuturlardı. Ne yaparsak yapalım, yedek subayların tadilatlı elbiseleri, muazzaf subayların jilet gibi üniformalarıyla yarışamazdı. Benim birlik, Bahriye sınıfı olmasına rağmen, karada konuşlanmış bir topçu taburuydu. Görevi, Çanakkale boğaz girişini tutmaktı. Anadolu tarafında 4, Gelibolu tarafında 3 ayrı noktada 7 bölükten oluşuyordu. Toplamda 1000 kişi kadardı. Subay lojmanlarındaki aileleri de sayarsak 1000 kişiyi geçiyordu. Rutin muayeneler dışında, periyodik muayeneler, revirde yatanlar,Çanakkale deniz hastanesinde tutmuş olduğum nöbetler göz önüne alınırsa, başımı kaşıyacak vaktimin olmadığı hemen anlaşılır. Diğer yedek subaylar, eğitimden arta kalan zamanlarında can sıkıntısından patlarken, ben Boğazın iki Yakası'nda, yedi bölük, karargah ve Çanakkale deniz hastanesi arasında mekik dokuyordum. Diğer yedek subaylar, bu renkli yaşamıma, içinde haseti de olan bir imrenme içinde olduklarını gizlemiyordu. Ama bu ülkenin kültüründe misafir nezaket ile karşılanırdı. Ben de onların kronik misafiriydim. Farklı bölüklerde olanlar, birbiriyle hiç selamlaşmadan tezkere alıp giderdi. Ben hepsini tanırdım. Hiyerarşi,  bildiğim ve taktığım bir şey değildi. Askerlikte 6 ayımı henüz doldurmuş, askeri tabir ile, kuş asteğmenlikten henüz kurtulmuş değildim. Tezkeresi yakın olanlar, yıldızı takıp teğmen olmuştu. Bahriyede, yıldız yerine kros olurdu, bahriye'nin siyah ördeği, karacı kıyafetli bendenizin omuzunda sarı demir takılıydı. Asteğmen yine selam vermeyi unuttun dediklerinde, sizin rütbeleri öğrenmek çok zor  deyip sıyrılmaya çalışırdım. Dalaşma faslı bittikten sonra, ikram etmiş oldukları çayı içip göreve başlardım. Öğle yemeklerini karşılıklı, samimi bir ortamda yer, sonrasında boş zaman olursa laflar ya da tavla oynardık. Karışık tavla bilmiyorlardı. Düz tavla ustalıktan çok, zarın gelişine indeksli olduğundan fazla sevmezdim. Daha çok seyir etmeyi tercih ediyordum. O gün, İntepe'deki karargahtan 20 kilometre uzaklıktaki Orhaniye bataryasında görevliydim. Bu batarya, boğazın hemen girişinde, sağ tarafta konuşlanmıştı. Çorumlu Halil, Karadeniz'li Sedat, Muğlalı Mehmet, İstanbullu Cengiz, muvazzaf subay ve astsubaylar ile yemekten sonra, sobanın çevresinde keyif çatıyorduk. Mart sonu, Çanakkale'de, hele hele bulunduğumuz noktada kış soğukları öyle kolay kolay veda etmezdi. Dışarıda öyle bir rüzgar eserdi ki, delip geçtiğini düşünürdünüz. Zaten dudaklarımız hep çatlaktı. Sedat asteğmen çıkıp gitti. Biraz sonra, yatakhanedeki dolabından aldığı bir kutu ile döndü. Kutudan bir satranç takımı çıktı. Satrancı pek bilmezdim. Ama yine de, kuralları hakkında bazı bilgilerim vardı. Ege Üniversitesi Tıp fakültesinde okumuş olduğum 6 yıl boyunca, boş bir kısmını geçirmiş olduğum kantinde, öğle araları satranç oynayanları seyretmeyi severdim. Çok usta olanlar vardı. Satranç çok ağır tempolu bir oyun. O kadarına ne arzum, ne de vaktim olurdu. Fakülte günlerimi hatırladım. Mutlu oldum. Demek ki iddialı bir maç seyredecektik. Satranç takımı aldığına göre oynamayı biliyor diye düşündüm. Şampiyon, rakibin kim diye takıldım. Takılmaz olsaydım. Bunlar bana hafif geliyor, cesaretin varsa karşıma çık oynayalım demez mi? Gafil avlanmıştım. Haşlandım. Orta karar bir oyuncu bile, sadece seyredip hiç oynamamış birisini, rahatlıkla dağıtırdı. Tereddütümü görünce, korkma, kimseye yenildiğini söylemem ama ağlamayacaksın, bak herkes şahit demez mi? Baktım kaçış yok. Yiğitliğe de yediremiyorum. Dizmesini biliyor musun diye üstüne gittim. Kaptı dizdi. Böylece beyazları kaptırmış oldum. Siyahlar bana kaldı. Oyuna başladık. Herkes etrafımıza toplandı. Çoğu, dama bile bilmiyor. Daha henüz  bir düzine hamle yapmadan, fil, at ve vezirim gitti. Sedat asteğmenin ağzı kulaklarında. Birkaç hamle sonra mat olacaktım. Doğrusu, halime hep beraber çok gülecektik. Kazanma şansım hemen hemen sıfır. Elimdeki bardaktan son yudum çayımı içip, şöyle bir arkama yaslandım. Sanki, 64 kare bana gülümsemişti. Ben de onlara gülümsedim. Pozisyon, benim acemiliğimden çok, rakibimin usta olmayışından kaynaklanan bir cilve ile pek sık rastlanmayan bir durum oluşturmuştu. Buna pat deniliyordu. 3 yıl önce, tıp fakültesi 4. sınıfta iken, kantindeki, iddialı bir satranç maçının son hamlesinde, mat olacağını düşündüğümüz, entel sakallı usta oyuncu, kendi siyah şahını, piyonun arkasına çektiğinde, rakibi veziri ile şah çekmiş, gidecek yeri kalmayan şah, oyunu pata çevirmişti. Oyun pat olunca, berabere bitiyordu. Rakip oyuncu, oyunu pata getiren hatasını kabul edip, entel sakalı tebrik etmişti. Sedat asteğmen, oyuna geldiğini bile fark etmeden, zafer hamlesini yapmaya hazırlanırken, kalkıp elini sıktım. Vezirle şah çekecekti. Vezir elinde kaldı. Ne olduğunu anlayamadı. Şah çekmeseydin birkaç hamle sonra mat edecektin ancak oyun pat yani berabere bitti deyince herkes bir şaşırdı. Sedat Asteğmen yarı kızgın, yarı şaşkın bakakaldı. Beraberliği kabul etmedi. Ben de son kozumu oynadım. Kazandığını iddia etmekte devam ediyorsan, bir takım elbisesine iddiaya girelim deyip, masadaki, içi boş sigara paketlerinden, ikisinin arkasına, son pozisyonu çizip, birini imzaladım. Diğerini de onun imzalamasını istedim. İmzaları değiştirip durumu öğrenelim, kim haklıysa o kazansın deyip sözü bitirdim. O kadar emindim ki, restimi göremedi. Çok bozuldu. Yanaklarından öpüp, kuralları öğrenmeden ona buna maç teklif etme, her kuşun eti yenmez diye noktaladım. Sedat asteğmen 3 ay sonra teskere alıp gitti. Ayrıldığı gün, Çanakkale deniz hastanesinde nöbetçi idim. Vedalaşamadık. Çevresindeki herkesin sevgilisiydi. Bana da selamlarını bırakıp gitmiş. Sağ ise benim yaşımda. Askerden sonra bir daha hiç karşılaşmadık. Dilerim, güzel ve mutlu bir hayatı olmuştur.


Yorumlar

  1. Derviş'im Yaşar'ım. Blum'u çok iyi oynadığına üniversite yıllarında rakibin olarak bizzat şahit oldum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS