30 GÜN

 Şu an saat 14.51. 30 Kasım. Ardında 116 ölü, 1034 Yaralı ve 15.000 evsiz bırakan İzmir depreminin üzerinden 1 ay yani 30 gün geçmiş. Bir ay önce, tam şimdi blog ta bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Ayağımın altındaki zemin sanki birden kayboldu gitti. Eşim mutfakta bir şeyler yapıyordu. Yalpalayarak ona doğru gittim. O da korku içinde bana doğru birkaç adım atmıştı. Salon kapısının altındaki pervazda buluştuk. Halbuki, Mehmet bize, böyle bir durumda ne yapacağımızı ezberletmişti. Salondaki büfenin yanına yatıp, kafamıza yastığı geçirecektik. Orasını, bizim için yaşam üçgeni olarak seçmişti. Hemen büfenin altında 3 tane yarım litrelik pet şişe su vardı. Yine büfenin üstündeki cam kül tablası içinde bir düdük, onun yanında bir el feneri vardı. Öyle bir şiddetli sarsıntı vardı ki, bu planın hiçbir kırıntısı aklımıza gelmedi. Dehşet içinde 16 saniyenin geçmesini bekledik. Bu 16 saniye bitmek bilmedi. 1974 depremi 1 dakikaya yakın sürmüştü. Bir asır gibiydi. Bu seferki 16 saniye , bana ondan bile daha uzunmuş gibi geldi. Bütün telefonlar kilitlenmişti. Bir saat kadar sonra, Mehmet annesine WhatsApp üzerinden mesaj ile ulaşabilmişti. Aynı anda elektrikler kesildi. 10 saat kadar karanlıkta kaldık. Dolayısı ile facianın büyüklüğünü, bütün Türkiye'de, en son biz öğrendik. Biz depremin bütün şiddetine şahit olduk. Ancak asıl yıkım Bornova ovasındaydı. Bütün Türkiye depremin Bayraklı'da olduğunu duydu. Şöyle bir ayrıntı vardı. Bayraklı'da deprem oldu diye duyurularak bahsedilen bölge, 2008 yılında, eski Bayraklı semtinin, Karşıyaka ilçesinden ayrılarak, Bornova otogar yolundaki viyadüklerden sonraki, Ankara yolu ile Dağlar arasındaki, denize kadar uzanan bölgeyi de içine alarak ilçe yapılmıştı. 100 bine varmayan bir semt iken, yarım milyona ulaşan bir ilçe olmuştu. Bornova'dan ayrılarak, Bayraklı'ya eklenen bu alan, 15 yıl çiftçilik yapmış olduğum, Bornova ovası'nın muhteşem tarım arazileriydi. Bornova çayının, on binlerce yıldır, Bornova dağlarından binbir emekle yontarak oluşturduğu bir tabiat harikasıydı. Oranın her karışını bilirdim. Nerede çitlembik ağacı, nerede çınar ağacı, nerede patates, nerede tütün tarlası hepsini ezbere bilirdim. 40 yıl önce, anılarımla birlikte, yaşamış olduğu yıkım 2000 yılından biraz önce tamamlanmıştı. Yani, Sakarya depreminin çok az öncesinde, benim beton tabut dediğim, inşaat yüzsüzlerinin öve öve bitiremediği yapılaşma faciası tamamlanmıştı. Bu facianın ilk yıllarında, bugün Özkanlar karakolu denilen yerin yanındaki Güler apartmanına  bitişik Gazi sitesi diye bir yer var. İşte ben orada doğdum. Orada 15 yıl çiftçilik yaptım. Manisa dağları üzerinden Doğan, İzmir körfezi üzerinde batan güneşi orada seyrettim. Kemalpaşa dağlarının üzerinde yükselen dolunay geceleri fenerim oldu. O yokken, kayısı ağaçlarının yaprakları arasında, elektrik lambalarının ilişmediği dönemlerde, doğal karanlığımız, gökyüzüne asılı kandiller gibi parlayan yıldızlarla aydınlanıyordu. Bahçemizin etrafında, dört mevsim suyu eksik olmayan, hendeklerin kenarında dikili, minare boyundaki kavaklar, yaz sıcaklarında, her öğleden sonra, İmbat'ın serin bestesine eşlik ederdi. Geçen hafta, 70 likler kulübüne, dışarı çıkmaları için tanınan 3 saatlik sürede, Symirna meydanından, süre bitiminde eve dönebileceğim şekilde ayarlanarak, Bornova'ya doğru, gidebildiğim kadar yürüdüm. Binlerce binanın, neredeyse hasarsız olanı yoktu. En sağlam kalanı bile, yatay zeminle, bir tarafında 90 dereceden az diğer tarafı geniş açılı bir konumdaydı. Sanki bir el, bu iskambil kağıdından yapılmış maket evleri, eğip büküp yamultmuştu. Tamamen yıkılıp yok olmuş apartmanların yerlerindeki enkaz kaldırılmış, düzinelerce ağır hasarlı apartmanın olduğu yerler polis kordonu ile kapatılmış, bölgelere giriş yasağı konmuştu. Kaybettiğim yerlere, deprem olmadan bile, gitmeyi içim kaldırmadığı için Bayraklı'ya göçmüştüm. Yani tepelerde oluşan, İzmir'in gecekondu semtine. Yani asıl Bayraklı'ya. O yüzden, yerlerimizin üzerine dikilen beton tabutların olduğu sitelere kadar gitmedim. Dönerken, hayalet şehir görüntüsü veren evlerden göçenlerle karşılaştım. Yeşil Bornova ovası'nın üzerine dikilen,  bu beton tabutların oluşturduğu şehirin yollarında, yollardaki ağaçların üzerine, evden eve taşımacılık firmalarının ilanları yapıştırılmıştı. Yağmur yağdığında, uyanık demeyeyimde, pratik zekalı güzel insanımız, yerden biter ve size şemsiye satardı. Onu hatırladım. Apartmanlara vinçlerini dayayıp, eşya taşıyan bu firmalar da, sanki mantar gibi yerden bitmişti. Nihayet,insanlar bu felaket ile betondan tabutlarının farkına varmıştı. Bu deprem birkaç saniye daha sürseydi hiçbir ev ayakta kalamayacaktı. Herkes, viyadükler den sonraki, eski Bornova'ya doğru taşınmaya, ya da İzmir'den gitmeye başlamıştı. Ölümlerin getirdiği sessizlik, eski mezarlığın bittiği yerde başlayan Bornova ovasını, eski mezarlığın bir parçası haline getirmişti sanki. Bahçelerimizin üzerine dikilmiş olan, bu beton yapılardan ve onları oraya dikenlerden nefret ediyordum. Böyle bir sonla karşılaşacaklarını da biliyordum. Bilmemek için, ya gözü kapalı olacaksın ya da menfaat gözünü kör etmiş olacak. Ama hiç tahmin edemediğim şey, bu olana böylesine üzülüyor olabileceğim idi. Çünkü, ümitleri ile birlikte, bahçemiz topraklarına gömülen, hiçbirini tanımadığım bu insanların, olup biten istilada, hiçbir günahı, hiçbir vebali yoktu. 

Yorumlar

  1. Bir genç olarak, yazılarınızı okumak çok zevkli, teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Blog yazılarımı okuyan ilk gençsiniz.
      Giderek kararmakta olan ümitlerime kandil oldunuz.
      Teşekkürler.
      Sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS