ATA' NIN YETİMLERİ

 Hasan Narlıkuyu, soyadını almış olduğu, bahçesinin bulunduğu, Bornova'nın Narlıkuyu mevkiindeki bağ evinden, Bornova merkezde oturan, kardeşi Nafiye Palandız'ı, ancak ayda alemde, Ramazan'da Kurbanda ziyaret edebilir olmuştu. Romatizmaları vardı, yaşı da hayli ilerlemişti. Çoğu çiftçi gibi, onun da ulaşım aracı uzun kulaklı dostumuz eşekti. Birkaç yıl önce Bornova'ya gelirken eşekten düşmüş belini incitmişti. Yaşlandıkça, eşeğe binmek güçleşir, ve hatta tehlikeli olurdu. 15 yıllık çiftçilik hayatımda, çocuk olduğum halde, bana bile sorun olmuştu. Soyadı kanununun üzerinden 4 yıl geçmiş, soyadlarını ancak öğrenmişlerdi. Soyadı kanunundan önce, insanlar, isimlerinden sonra babalarının ismi söylenerek anılırdı. Soyadı kanunu çıkmasaydı, benim adım Yaşar Niyazi olarak söylenecekti. Eşimin adı Ferhan Talat, oğlumunki Mehmet Yaşar olacaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu iki öksüz yetimi sadece Hasan ve Nafiye olarak bilinirdi. Çünkü onların bildiği tek şey, biri 7 yaşında diğeri 6 aylık bir bebek iken, haftalarca süren bir kervan yolculuğuyla İzmir'e getirilip iskan edildikleriydi. Birbirinden başka kimseleri yoktu. Kervan Erzurum'dan geliyordu. 1877 - 1878 yılındaki 93 harbi faciasından canını kurtarabilen kervandakiler, herhalde birbirine tutunarak hayatta kalabilmiş, bu iki çocuğu da mucize bir gayretle hayatta tutabilmişlerdi. Hatta kış ortasında, ormanlık bir bölgeden geçip, güneş batmadan önce, bir hana ulaşmaya çabalarken, bebek Nafiye kervandan düştü. Kimse fark etmedi. Anlatılanlara göre, bölge Sivas taraflarına uyuyordu. Sivas'ı bilen bilir, o mevsimde, yerde kar kalınlığı en az bir karıştır. Hana vardıklarında, güneşin batımına 2 adam boyu kalmıştır. Küçük Hasan kardeşim nerede diye sorar. Bulamaz. Kervandakiler yolda düşmüş olabileceğini söyler. Kimse ne yapacağını bilemezken, çocuk çılgın gibi geri dönüp, izleri takip ederek gözden kaybolur. O bölgede, karanlık bastıktan sonra kaybolan birisinin yaşama şansı yoktur. Ya donar ya kurtlara yem olur. Yürekleri parçalanır. Ama kimse de, aramaya çıkıpta geri dönememe riskini almaya hevesli görünmemektedir. Aralarında konuşurlar. Delikanlının biri, bu çocuğun akibeti ölüm, bebeği bulsa bile geri getiremez, üstelik, inceden yağmakta olan kar bebeğin üstünü çoktan örtmüştür, çocuk onu bulmadan geri dönmez, nerede düştü belli değil, ileriye koştukça, dönmesi imkansız olacak, ne olursa olsun, onu ölüme terk etmeyeceğim, deyip çocuğun arkasından koşmaya başlar. Niyeti, küçük Hasan'ı zorla kapıp, geri getirmektir. Bir hayli koşar. Çocuğun o kadar kısa zamanda bu kadar uzağa gitmiş olduğuna şaşar. Ama vazgeçmez, devam eder. Güneş artık batmıştır. İleride bir karaltı farkeder. Bu karartı, kırmızı kundaklı bir bebeği sırtına almış Küçük Hasan' dır. Düşe kalka kendine doğru gelmektedir. Çocuk nefes nefesedir. Konuşacak hali kalmamıştır. Delikanlı tam zamanında yetişmiştir. Küçük ağabey, bebek kardeşini, karların arasında, kırmızı kundağından fark etmiştir. Yarısına kadar kara gömülmüş fakat henüz karla tamamen örtülmemiştir. Bir mucize olarak, donmadan hayatta kalabilmiş, bir yandan da acıktığı için olacak, ağlamaktadır. Delikanlı sevinçten bir anda yorgunluğunu unutur. Çocuğu sırtına, bebeği kucağına alıp, giderek bastıran gecenin karanlığında hana ulaşmayı başarır. Daha sonraki yıllarda, mevzu geldiğinde, Hasan kardeşi Nafiye' ye, kundağın kırmızı olmasaydı seni asla bulamazdım diyecektir. Havaların serinlediği, yaprakların sararıp döküldüğü, O Kasım günü, ağabeyi Hasan'ı karşısında gören Nafiye Palandız, hayırdır ağabey, bayram değil seyran değil o kadar yolu niye geldin diye sorar. Nafiye duydun mu babamız ölmüş der. Nafiye bir babalarının olmadığını bilir. Annelerinin, dede, nine, dayı, amca, hala, teyzelerininde olmadığı gibi. Sonra hemen hatırlar. 8 Eylül 1922'de başlıklı yazımda anlattığım, o gecenin sabahında, Ermeni çeteler tarafından, Türklerin evleri boya ile işaretlenmiş,  o gece yakılmayı beklerlerken, ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri komutunu alıp, yıldırım gibi yetişen, başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri tarafından hayatları kurtarılan, Türkler, kurtarıcılarını babaları bildiler. Ona Atatürk dediler. O, yaşça, babamın anneannesi Nafiye' den 4, Hasan'dan 11 yaş gençti. Ermenilerin, Yunanlıların, milletine hainlik eden herkesin defterini dürmüş, hesabı kapatmıştı. İşte 82 yıl önce bugün bu saatlerde, bu iki yetim birbirine sarılmış ve hiç görmedikleri babalarının yerine koymuş oldukları, tüm yetimlerin, öksüzlerin ve milletin babası için ağlıyor, yas tutuyorlardı. 

Hasan Narlıkuyu 27 temmuz 1942 yılında vefat etti. Tüm soyunun intikamını almış olduğunu düşündüğü, Gazi Mustafa Kemal Paşa onun da kahramanıydı. Atatürk öldüğünde, ondan 6 yıl önce hayata veda eden kardeşi Nafiye'nin, içindeki dinmeyen acısına, bir kor daha eklenmişti. 10 Kasım 1938 günü, Bornova'da bu sahne Nafiye ninesiz yaşanmıştı. Ağabey Hasan, hayattaki tek kimsesi Nafiye, 1932 yılında öldükten sonra, üç kızından, ona tıpatıp benzeyen babaannem Zehra'ya Nafiye diyordu. Ben de, doğumumdan 12 yıl önce yaşanmış bu olayı, hayalimde hep böyle canlandırdım. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS