BİR YIL ÖNCE VE OTUZ YIL ÖNCE BU GÜN

 Bu yazmak istediğim satırlara, 1 yıl önce başladım. Bazen beyninizin verdiği emirleri, eliniz kolunuz uygulamıyor. Başladım da, bir türlü bitiremedim. Muzaffer Özay, Kabataş'tan mezun, İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin duayen bir üyesi. 1925 doğumlu. Temmuz 1974 yılında tanıştığımızda 49 yaşındaydı. Eşi Zehra Özay ise 32 yaşını sürüyordu. İzmir Opera ve Balesi'nin, 34 yıl süreyle başkemancılığını yapmış olan Lale Can Muzafferov, henüz ilkokul ikiye gidiyordu. Muzafferov soyadı, aynı orkestrada görevli, Azerbaycan doğumlu, Moskova Konservatuvarı'nda da keman eğitimi almış, ender hayırlı damatlarımızdan, sevgili Ruşen'in soyadı. Muzaffer enişte, İzmir'in efsane gazetecilerinden Cezmi Zallak'ın baş yazarlığını yaptığı, gazetede, onun tecrübelerinden yararlanarak yetişmiş usta bir gazeteciydi. Aynı gazetenin, Kore savaşında muhabirliğini de yapmış, daha sonra da çeşitli kademelerde, etkin bir elemanı olmuştu. Kendi gayretiyle İngilizce öğrenmiş, tercümanlık dahil, dış ilişkilerde görev yapmıştı. Amerikan haberler servisi bölge temsilcisiydi. Ben tanıştığımda, Urla'da yaz tatilindeydiler. Tıp fakültesi 5. sınıfı bitireli birkaç hafta olmuştu. Tüm aile ile ilk defa karşılaşacaktık. Birbirimizi, gıyaben çok iyi tanıyorduk. Ancak sokakta karşılaşsak, habersizce geçip giderdik. Zehra Özay, kiralamış oldukları yazlıkta, yan komşusu ile bir sohbet esnasında, bizden bahsetmiş. Kadın, annemin, Bornova Yenimahalle Çevik sokaktan 16 yıllık tanıdığı. Beni de bebekliğimden itibaren tanıyor. Küçük oğlu hastanede çalışıyordu. 1972 yılında açılmış olan, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde memur idi. Onunla bana haber gönderip, hafta sonu için davet etmişti. Beni kim çağırıyor dedim, sürpriz olsun, gelirse öğrenir demiş. Benim, hiç tanımadığım ve hiç tanıma fırsatım olmayacak o kadar çok akrabam var ki. Sürpriz için sıraya konulsa ömrüm yetişmezdi. Tarif üzerine Konak Meydanı'ndan kalkan Urla dolmuşuna bindim. Dolmuştan indiğimde, Zehra Özay 50 adım ötedeki yazlığından fırlayıp, koşa koşa geldi, ne kadar da babama benziyorsun deyip boynuma sarıldı. Babam dediği, annemin dilinde tesbih olmuş, benimse bir kez karşılaştığım, 1912 ile 1970 yılları arasında hayat sürmüş, yakın bölgelerde yaşadığımız, ve fakat ikinci kez karşılaşmadığımız, Arnavut ninem Emine'nin, Bir düzine torununun en büyüğü, annemin biricik ağabeyi, benim de tek dayımdı. İkinci eşinden olan, benden 3 yaş küçük, tüm ömrünü Amerika'da geçirdiği için, ancak birkaç yıl önce tanıştığımız oğlu Güngör ile de tüm çabama karşın ikiden fazla karşılaşmadık. Karşılaştığımızda, ablasınla sözleşmiş gibi, onun da ilk sözü, birçok yönüyle babasına benziyor olduğum yolunda idi. Zehra Özay, yani Zehra Ablam ve kızı büyük sanatçı Lalecan Muzafferov , ilişkimin düzenli olarak devam ettiği yegane akrabamdır. Annem babam ile ve kardeşlerim dahil, birlikte geçirmiş olduğum zamanın, çok daha büyük kısmı onlarla beraber geçmiştir. Birbirimizi gördüğümüzde, üçümüzden başka kimsemiz var mı diye sorar, ve de, yok diye cevap verirdik. Zehra abla ve ben birbirimizi ikizmişiz gibi hissederdik. Lale zamanda büyüdü, ve bize ortak oldu. Çocuktan çok, büyük bir insan gibiydi. Her yönüyle mükemmeldi. Fikrimce, tek eksik tarafı, iki parmağı arasından eksik etmediği sigarasıydı. Bu, ona annesinin armağanıydı. Halbuki babası sigara içmezdi. Arada bir değinecek olsam ikisi birden bana karşı saf tutardı. Ben de, daha fazla bir şey söyleyemezdim. Üçümüz birlikte olduğumuz zamanlar, saatlerce konuşurduk. Konumuz daha çok babası ve annemdi. Annemin yerildiğini duymadan, onun hakkında bir şeyler öğrenebildiğim tek kişi Zehra ablaydı. Ne de olsa, halasını çekiştirecek değildi. 1974 yılı, Zehra abla ile tanıştığım gün, o, 32 ben 24 yaşındayken, bu mutlu ailenin ufkunda kara bulutlar belirmişti. Tanıdığım eniştelerim arasında, tartışmasız  en mükemmel olanı, eşsiz insan Muzaffer Özay'a Parkinson Hastalığı teşhisi konmuştu. Dişi ile, tırnağı ile kazıyarak oluşturduğu hayatı paramparça olma arifesindeydi. Dedeleri Kırım'da doğmuştu. Kırım halkı, kendi Hanlarının, Viyana önlerinde, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa' ya, ihanet etmesi ile, bütün Türk halklarıyla birlikte, makus talihine yürümüştü.  3 asır süren, acı dolu bu süreçte, kıytırık Moskova Prensliği sıcak sulara göz dikmiş, çöküş sürecine girmiş Osmanlı İmparatorluğu'nun, Balkanlar ve Kafkaslarda' ki Müslüman halkından 2 milyonunu öldürmüş, bir o kadarını da yerinden yurdundan sürmüştü. Muzaffer enişte, bunlardan, İnebolu'ya yerleşmiş Kırımlı bir ailenin soyundan geliyordu. Aile, Parkinson hastalığı ile, 16 yıl sürecek bir mücadeleye başlamıştı. Muzaffer enişte giderek ağırlaştı. Yatalak oldu. Bundan 30 yıl önce 22 Aralık'ta, saat tam 23.50 de,elini sevgili eşinin avucuna bırakıp gitti. Aşkları dillere destandı.Aralarında 17 yıl yaş farkı bulunmasına rağmen, onları tanıyan herkes aşklarına hayrandı. Lale babasının kopyası. Onun birkaç şahsi eşyasını aynen muhafaza etti. Ölüm günlerinde, hırkasını giyip, onun oturduğu koltuğa yerleşerek çektirdiği fotoğraf, verdiği pozla bütünleşip, hepimize, enişte kalkıp aramıza gelmiş dedirtirdi. Zehra abla ve ailesi ile anlatılacak o kadar çok şey yaşamış olduğumu düşündükçe şaşkınlığa uğruyorum. Zehra abla, fiilen, 1974 yılında yalnız başına kalmıştı. Henüz 30 yaşındaydı. Çevresindeki herkese mutluluk vererek, yaşamadığı mutlulukların tatminini, doyasıya yaşamaya çabalamıştı. 1962 doğumlu oğlu eczacı oldu. Başyapıtı Lale Can Muzafferov, damadınız Ruşen, ve biricik oğulları Muzaffer Muzafferov benim de övünç kaynağımdır. Eşine,ailesi için savaşacağı konusunda söz vermişti. Tek isteği, torunun mürvetini görmekti. Tam bugün, 23 Aralık 2019 pazartesi, tam da bu saatlerde, öğle namazını müteakip cenazesini kaldırdık. Bütün sevdiklerim gibi, bizleri yağmurlu bir günde terk etti. Hep söylerim, bizim gözümüzden akmayan yaşları gökler takviye ediyor diye, bu da öyle oldu. Öyle bir yağmur yağıyordu ki, camideki birkaç görevli, istersek, daha uygun bir gün için, gömü yapılmak üzere, cenazeyi muhafaza edebileceklerini söylediler. Lale kabul etmedi. Babam annemi 30 yıldır bekliyor, onu daha fazla bekletemem deyip olayı noktaladı. Zehra abla bir gün önce, 22 aralık 2019 Pazar günü saat 23.10 da vefat etti. Her tarafını sarmış olan akciğer kanseri ölüm sebebiydi. Doktorlar defalarca kalbini çalıştırdı. Ama o, 30 yıl sonra eşi ile bir randevusu varmışçasına, aynı gün, aynı saatlerde çıkmış olduğu ölüm yürüyüşüne devam etti. Eşi de, onun gibi 30 yıl önce 23 Aralık'ta Balçova mezarlığına defnedilmişti. Aynı mezara konulmasını vasiyet etmişti. Beni mezarıma torunum Muzaffer indirsin demişti. Tüm dilekleri yerine getirildi. Bunları 1 yıldır yazmak istiyordum. Henüz kendime gelebilmiş değilim. Ama, bu salgın döneminde kim öle kim kala. Kendimi zorlayıp bu satırları yazdım. Hiç yazmamaktan iyidir dedim. Ölüm sadece kalanlara acı veriyor. Çünkü gidenlerin özlemini hiçbir şey söndüremiyor. 45 yıl, birbirimizi hiç kırmadık. Birbirimize çok benzerdik. Bütünleştiğimiz insanları kaybettikçe yarım kalıyoruz. Yarımşar yarımşar azalarak, ufalıp kayboluyoruz.

Yorumlar

  1. Bir hayatta, ne kadar çok hayat yaşamışsın, derviş'im Yaşar'ım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS