GRAFOLOJİ

 Yazı biliminin temelini çinliler atmış. Bundan 3000 yıl önce. Pek gündeme gelmese de, Grafoloji,modern toplumların gündeminde önemli bir yer tutuyor. Onu önemli yapan, elinizle yazmış olduğunuz yazınızın, karakter analizi için çok önemli bir kaynak olması. İş başvurusu yaparken, size CV yazdırıyorlar. Elle yazmanızı istiyorlar. Dünyanın önde gelen 500 şirketi, insan kaynaklarındaki grafologlara başvuruyor. Grafolog istihdam etmeyen şirket oranı neredeyse yüzde onun altında. Yarım asır önce, tıp fakültesinde öğrenci iken psikiyatri stajında, psikolojik bozuklukların teşhisinde, grafolojiden faydalanıldığı anlatılıyordu. Bizde henüz başlamamıştı. Bir önceki yazımda, yolda yürürken aldığım notlardan bahsetmiştim. Sağlıklı bir insanın günde 10000 adım atması gerekiyor. Bu 7 kilometreye tekabül eden bir fiziksel aktivite. Sağlıklı kalmak ve hekimlere muhtaç düşmemenin en pratik yolu. Bu bir dünya standardı. Keşke yapsanız ve doktorlar işsiz kalsa. Ama yapılmıyor ve doktorlar işten başını kaşıyamıyorlar. Yapanlar var tabii. Bu mesafe, ortalama ömür süren bir kişi için, Dünya ay mesafesinin yarısı. Süre olarak da insan hayatının yüzde dördü. Alnımda yazılan kaderin  dayatmış olduğu hayat, bana yürü ya kulum demişti. Bende duracak değilim ya. Yürüdüm. Ne kadar diyeceksiniz söyleyeyim. Dünya ay mesafesi demiştik , büyük ihtimalle dönüş yolundayım ve dünya'ya varmak üzereyim. Benim hayatımın en az 6'da 1'i yürüyerek geçti. Yani normalin 4 katı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, beynimin en iyi faaliyet gösterdiği zaman, yürürken geçen zaman. Zaten bunun bilimsel karşılığı da var. Bu konuda kendime şahidim. Ama, hareketi durdurduğumda, ön hafızaya alınan her şey hemen kayboluyor. İşte, yürürken zihnimde uçuşan fikir ve çözümlemeleri hemen tutup yazıya hapsetmek gerekiyor. Bunu hep yaptım. her koşulda yazı yazabilmek kolay değil. Soğukta, önünüze bir yazı masası bile koysalar, yarı donuk ellerinizle nasıl yazacaksınız. Sıcak havalarda ellerizin teri, yerden bulduğunuz sigara paketi parçasından kağıdınızı, mürekkepe buluyor. Her zaman Bahar değil tabii. Beyninize yeterince kan pompalarsanız, size sormadan çalışmaya başlar. Siz yürümeyi durdurmadan da durmaz. İşin ilginç yanı, size sormadan çalıştığında, siz çalış dedikten sonra çıkarmış olduğu işten çok daha iyisini yapıyor. O bakımdan, öyle anlarda, kayda alamadığım fikirlere hayıflanıyorum çünkü kaybolup gittiler. Fikirler, düşünceler, benim mekanizmalarımda akıp giden su gibi. Beynim, yaşamadığım hiçbir şeyi kayıt etmiyor. Sizinki de öyledir. Değil diyorsanız denemenizi öneririm. Eskiden ön hafıza kapasitem, doğal olarak bugünkünden çok daha iyiydi, hastalıklarım da henüz araya girmemişti. Bu bakımdan, yürürken yazmam çok önemli. Yazısı güzel olanlara hayranım. İlkokulda yazım fazla güzel değildi. Ortaokulda üzerine düştüm. Zamanla düzeldi. İzmir Atatürk lisesi'nde okurken olağanüstü bir seviyeye gelmişti. Bugün nasıl diye soracak olursanız, büyük üstadımız Hoca Nasrettin'in verdiği cevap ile anlatayım. Üç çeşit yazım var, ilkini benimle beraber herkes okuyabiliyor. İkincisini sadece ben okurum. Üçüncüsünü ne ben okuyabilirim ne de bir başkası. Doktor yazısı genelde çirkindir. Eskiden reçete yazardık, eczacı kalfalarının, yazımızı çözünceye kadar canı çıkardı. Reçetesi için eczaneden arananlar listesinde, çalıştığım kurumlarda şampiyonluk bana aitti. Garibim eczane çalışanları haklarını helal etsin. Her koşulda beni yakalamak zorunda idiler. Çoğu da, resmi reçete olduğu için, düzetmelerde imza gerekiyor. Kusur yazımda olduğu için, kimseyi yokuşa sürmedim. Ama, kalemin de değişmemesi gerekiyor. 40 yıldır, aynı tip kalem kullanmaya özen gösterdim. Mümkün mertebe marka da değiştirmedim. Renk de, hep koyu lacivert. Şimdilerde sistem değişti. Dijital sistem, hem hekimlere, hem eczacılara hem de hastalara büyük kolaylık. Emekliliğime denk geldi. Ben faydalanamadım. Yazı unsurlarından faydalanarak, dekoratif amaçlı yazı yazma el sanatına Kaligrafi deniyor. Harika bir sanat. Hem sabır, hem el yeteneği gerektiriyor. Bu el sanatında, yaratıcılığın sınırı yok. Tanıdığım 2 hekim dışında, hatırladığım güzel yazı sahibi bir meslektaşım yok. Hepsine, yazısı için söyleyebileceğim şey, bir sonraki bir öncekini aratır. Bunların başında da, baş köşeyi büyük ihtimalle ben işgal ederim. Tıp fakültesinden sınıf arkadaşım, Nükleer Tıp anabilim dalı başkanı, emekli profesör Dr. Hayal Özkılıç çok güzel ve okunaklı bir yazı yazardı. O kadar hızlı yazmasına rağmen, küçük kitap harflerinden mürekkep yazısı herkes tarafından rahatlıkla okunabiliyordu. Bütün sınıf arkadaşları ben dahil, onun ders notlarından otlanıyorduk. 1980'li yılların başında, Ege Üniversitesi Tıp fakültesi Hastanesi'nde Dermatoloji ihtisası yaparken, klinikte Sedefhastalığı tanısı ile tedavi gören bir hasta için, İçhastalıkları kliniğinden konsültasyon istemem gerekmişti. Konsültasyon isteği kağıdını, doktor okuyabilsin diye daktilo ile yazıp gönderdim. Muayeneyi yapan hekim, raporunu kendi el yazısı ile yazmış. Önce hay Allah dedim. Bir göz atınca, bu el yazısının, benim yazmış olduğum daktilo harflerinden çok daha harika bir şekilde okunabildiğine şahit oldum. Bu el yazısı, bir meslektaşımın elinden çıkmış, bugüne kadar gördüğüm ve göreceğim en güzel el yazısıydı. Yazının altında Dr. Candeğer Yılmaz  imzası vardı. Konsültasyon kağıdı resmi evrak olmasa, alır hatıra diye saklardım. Candeğer Yılmaz, benden iki sınıf önde, Tıp fakültesinden arkadaşım. O gün, henüz doçent değildi. İki dönem Ege Üniversitesi rektörlüğü de yapmış olan, profesör doktor Candeğer Yılmaz, bugün herhalde artık emekli olmuştur. Sadece hekim olarak değil, karşılaştığım insanlar içerisinde en iyi el yazısını yazan oydu. Yürürken yazmış olduğum notları deşifre etmekle boğuştuğum şu pandemi günlerinde, 2 meslektaşımı saygı ile anıyor, uzun ömürler diliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS