YENİ YIL

1957 yılının Eylül ayı, 9 Eylül ilkokulu'nda, eğitim yaşantıma başlamış oldum. Güle oynaya devam ettiğim bir süreç değildi. İlk 2 yılı çok zordu. Tembeller sırasında, yurtlu öğrencilerin arasında bir bakıma çile dolduruyordum. Zaten eğitim süresinin yarısını hasta olarak tamamlıyordum. İlkokullarda aşı ve iğne uygulamaları rutindi. İğneden korkmayan çocuk pek yoktur. Ancak, bir gün  sonraki tatil, bu korkuya rağmen uygulamanın cazip yanıdır. İlkokul 1. Sınıf, aralık ayının son günü salıydı. Ertesi gün tatil demişlerdi. İğne vurulmamıştık ki, bu neydi böyle? 1 ocak'ın tatil olduğunu bu şekilde öğrendim. Yılbaşıymış. Yeni yıl da diyorlardı. Okul yolundaki dükkanların vitrinlerini de bu yüzden süslemişler. Bu süsleri fark etmiştim, fakat bir yorum getirememiştim. Bizim evde böyle bir mevzu yoktu. Evdekilere yarın okul yok dedim, küçük kız kardeşim hariç herkes biliyormuş. Yalnız, eve dönerken, karşılaştığım insanların filesinde, portakal, mandalin gibi meyvelerin yanında, pek bilmediğim bir meyve dikkatimi çekmişti. Sapsarı rengi, bir koçan üzerinde sıralı bitişik sapları vardı. Bornova ovası'nda yetişiyor olsaydı, muhakkak bilirdim. Sonraki yıllarda da, özel günlerde, filelerin bu özel konuğunu görmeye devam ettim. Bizim eve dışarıdan pek bir şey alınmazdı. Muz çok pahalıydı. İzmir'de de yetişmiyordu. Onunla 20 yaşımdan önce tanışmadık. İnsanlar, kendi çaplarında yılbaşını bir şekilde karşılıyordu. Kimi radyo, kimi pikap, daha sonraki yıllarda da televizyon eşliğinde, dost meclisi kurup eğleniyordu. Dost meclisleri, daha çok komşu ve akrabalardan mürekkepti. Sosyal hayat söz konusu olduğunda, Bizim aile yontma taş devrine hazırlık aşamasında idi. Duvarlarına resim yapmamıza izin veriliyor olsaydı, mağara devrindeydik diyebilirdim. Kısacası, biz yılbaşı kutlaması diye bir şey bilmiyorduk. Akrabalık, komşuluk,  arkadaşlık ilişkilerimiz minimal düzeyde, en doğru şekli ile, yok seviyesindeydi. Bizden önceki yıllarda ne şekildeydi bilmiyorum. Normal insanlar gibi yılbaşı nasıl karşılanırdı? 1971 yılının 31 Aralık Pazar günü bunun cevabını öğrendim. Uğurlayacağımız yılın 10 nisanında nişanlanmıştım. O zamanki nişanlım, şimdiki eşim, tüm soyu ile, ülkemize 1924 yılında göçmüş olan, Girit göçmeniydi. Birbiriyle bağları çok güçlüydü. Kıvançta, tasada ve yılbaşında beraberdiler. Beni de davet ettiler. Ben de onlara katıldım. Minik evimden, pilli pikabım ve o dönemin sevilen parçalarından oluşan arşivimi de yanımda getirdim. Eşimin 5 kişilik ailesi, onların düzineden fazla akrabaları, hep birlikte yenildi içildi. Ben de DJ lik yaptım. Radyodaki yayın da harikaydı. Gece 12'de 1972 yılını karşıladık. Sabaha kadar güle, oynaya çok harika vakit geçirdik. Onlar için ne bir ilk, ne bir sondu. 1972, 31 Aralık, pazartesi ikinci kez aynı insanlarla yılbaşı karşıladım. Meğer ne kadar güzelmiş. Bir çekirge kaç kez sıçrar saydınız mı? Ben bir çiftçi olarak saydım. Ölünceye kadar sıçrayabiliyor. Yani başına bir iş gelmeden, en çok 2 kez sıçrar lafı anlamsız gibi görünüyordu. Aslında o zaman düşünmemiştim, şu anda düşünüyorum. 2 tane güzel yılbaşı yaşadıktan sonra, 1973 yılının 31 Aralık salı gününün, ağız tadı ile yaşayacağım 3. ve son yılbaşı olacağını asla bilemezdim. Sabaha kadar harika bir vakit geçirdikten sonra, hiçbir zaman yeni yıl karşılanmamış, Bornova merkez'deki minik evimize dönmüştüm. Gün henüz aydınlanmamıştı. Yine bugünkü gibi, yağışlı bir gündü. Alacakaranlıkta, anahtarımla kapıyı açıp girerken, büyük camiden, acı acı bir sela kulaklarımda yankılandı. Selaları dinlemek gibi bir alışkanlığım vardır. Ezan için de öyle. Sela bitince, halka kimin öldüğü bildirilir. Kim bu garip ki, diye içimden geçirdim. Karaçam köyünden, Mustafa Kaptan'ın eşi, Emine Kaptan vefat etmiştir......    

Emine Kaptan, hiç bir yılbaşı kutlaması yaşamadı. 15 temmuz 1964 tarihinde intihar eden ablası Gülay gibi. Babası, onu yüksek yüksek tepelere gelin vermişti. Bornova Karaçam köyü, ulaşımın neredeyse işkence olduğu, 600 metrenin üzerinde rakımlı, dağınık evlerden oluşmuş, hayvancılık yapan Yörüklerin yaşadığı, bir dağ köyüydü. Yaşam koşulları çok çetindi. Bornova'ya yaya 4 saat mesafedeydi. Bu köyden Mustafa Kaptan, 50'sine yaklaşmış bir çobandı. Bornova'ya göçmüş bir akrabası, Hacı Niyazi'nin cuma namazlarından tanış olduğu, kadim bir dostuymuş. O araya girmiş. Gelin henüz 18 yaşında değil. Baba nikah için kağıt imzalamış, Mustafa kaptan, yeni eşiyle Karaçam'da yeni hayatına başlamış. Bu asimetrik evlilik, nikahla namus temizlenir görüşünün pratiğiymiş. 1971 yılının Mart ayında evlenmişler. 1972 yılının Şubat ayında bir bebekleri olmuş. Genç anne, karda kışta, dağ başında, minicik kızını 2 aydan fazla hayatta tutamamış. Nikahla namusu temizlenmiş ama evlat acısı öyle kolay geçmiyor. Dağ başında çobanlığı öğrenmiş. Zaten bildiği başka bir iş yok. Dağlarda çobanlık yaparken, 15 yaşındayken başına gelen bir olayı hatırlayıp ağlardı. Bitirdiği bir okul yoktu. Okuma yazmayı, hesap yapmayı da pek bilmezdi. Hayata hep gülümserdi. Bu acımasız dünyaya karşı verebileceği, bundan daha etkili bir cevabı yoktu. Belki de tebessüm, ona bu kadar merhametsiz davranan, talihin vicdanına yönelik bir dilekçeydi. Hiç kimse ile bir alıp veremediği yoktu. Ege üniversitesi kampüsü'ndeki lojmanlarda hizmetli bir hademe, kolay av gördüğü, bu saf kızı hedefine almıştı. Peşinde dolaştı. Fikrini çeldi. Henüz 15 ini bile doldurmamış, bu saf temiz kız çocuğu, yaşının gereği, bulutların üzerinde, pembe hayal dünyasının düşlerini görüyordu. Kendinden 15 yaş büyük, bu alçak şerefsizin tuzağına gözü kapalı düştü. Güneş batmış, kızı eve dönmemişti. Babası karakola durumu bildirdi. 2 hafta herhangi bir haber çıkmadı. Kahır dolu gergin bekleyiş, karakoldan gelen haberle kabusa dönüştü. Keçi otlatan yaşlı bir adam, Karabağlar semtindeki bir kuru dere yatağında, genç bir kız cesedi bulmuştu. Polise bildirdi. Polis olaya el koydu. Genç kız ölmemişti. Komadaydı. Hastaneye kaldırıldı. 10 gün kadar sonra kendine geldi. Bir deri bir kemikti. Vücudunun her tarafında çürük ve sigara yanığı izleri vardı. Elleri, ayakları ve gözleri bağlı bir halde , 2 hafta boyunca tecavüze uğramış, işkence görmüş, dayak yemiş, aç bırakılmıştı. Kendine geldiğinde, uzun günler boyunca hiç konuşamadı. Nihayet polise verdiği ifadesinde, kendisine tecavüz edenlerin, onu kandıran kişi ve arkadaşları olduğunu anlattı. Eşkal veremiyordu. Suçluların yakalanması apayrı ve uzun aynı zamanda sancılı bir süreç oldu. Baba, ağabey ve 7 yaşındaki en küçük kardeşi, günler boyu iz sürdü. Sonunda suçlular yakalandı. Bu ara olayı bütün Bornova duydu. Ona bunu yapanların değil de, zavallı kız ve onun biçare ailesinin başı öne eğildi. Bu çok uzun bir hikaye. Sonuçta, garip aile, geri zekalı kızlarını, eli ekmek tutan, aslan gibi bir delikanlıya yamamaya çalışan açıkgözler olarak lanse edildi. Aradan kahırlı bir üç buçuk yıl geçti. Çoban Mustafa  Kaptan, ben razıyım, kızınızı alacağım deyip Allah'ın emriyle talip oldu. Ülke bağışlıyor gibiydi. İç acıtıydı. Baba başı önde, kızı bir suçlu gibi ezik  kabullendiler. İmzalar atıldı. Kıyılan nikâh kızın alnındaki lekeyi temizledi. Bir düzineden fazla koyunu önüne katıp, güneş batmadan evine doğru yola koyuldu, hala ağlıyordu. Sonra eliyle karnını tuttu. İlk çocuğunun ölümünden neredeyse bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmişti. Şu anda 8 aylık hamileydi. İnşallah bu yaşar dedi. Aralığın ortasında ikinci kızını doğurdu. Köyde kimsesi yoktu. Doğumdan 1 hafta sonra, bebeğin bezlerini yıkamak için lohusa yatağından kalktı. Lohusaların mezarı 40 gün açık kalır, sonra kapanır derler. Bu kesinlikle doğrudur. Çamaşırları yıkadı. O gün, yağmurdan sonra güneş açmış, ılık hava, Emine Kaptan'ı kandırmış, o da kanıp, çamaşırı dışarıda yıkamıştı. Terleyince üzerindeki kazağını çıkardı. Hafif serin rüzgar çok hoşuna gitti. Dağlık yerde kaya çok olur. Etrafı yemyeşil otlarla çevrili, yılların, yontup yuvarlaklaştırdığı, bazı yerleri yosun tutmuş bir taşa oturdu. Dinlendi. Ne kadar geçtiğini bilmiyordu. Belki yarım, belki 1 saat olmuştu. Hafif bir baş dönmesi hissetti. Yığma tuğladan, iki odalı evlerine girdi. Yattı. Eli yüzüne gitti. Alnı alev alev yanıyordu. Kocası çoban Mustafa, genç eşinin hastalığına hiç şahit olmamıştı. İkindi oldu. Karısı kendini toplayamamıştı. Kardeşine haber verdi. Onun karısı, bu albastı olmasın diye feryat etti. İki çoban kardeş, o ne ola ki dedi. Kadının teyzesi 30 yıl önce albastı hastalığından ölmüştü. Oradan biliyordu. O anda yola çıksalar bile, güneş batmadan Bornova'ya ulaşamazlardı. Lohusa giderek fenalaştı, ata yüklendiğinde kendinde değildi. 4 saat sonra Ege Üniversitesi Hastanesine ulaştılar. Hastaneye ulaştığında komadaydı. Yılbaşlarında hastaneler tekinsiz yerlerdi. Nöbetçi kadrolar çoğu kez yeterli değildi. Hasta, her zamanki gibi çok olduğundan, bir köylü kadını öncelikli görülmeyebiliyordu. Çoban kardeşler de dertlerini tam olarak anlatamamıştı. Kadın doğuma yatırılması gereken hasta, dahiliye kliniğine yatırılmıştı. Nöbetçi doktor B..... bunu fark etti, ancak hasta o kadar yoğundu ki, bir buçuk saat da öyle geçmişti. Komadaki hastayı 5. kattan 2. kata indirmek zaman alacaktı. Her iki koldan serum takıp, kadın doğum kliniğinden konsültasyon istedi. Uzman jinekolog , sezeryan ameliyatındaydı. Yarım saat sonra gelebildi. Serum içinde antibiyotik vermeye başladılar. Teşhis Puerperal Sepsis idi. Emine Kaptan, 1 Ocak 1974 çarşamba, güneşin doğuşunu göremedi. İlk kızının ölümünden 2 yıl sonra, ikinci kızının ölümünden 2 ay önce, 20 yaşındayken bu dünyaya veda etti. 

Kızkardeşim Emine Kaptan, ismini taşıdığı, Arnavut ninem Emine'nin torunlarından. 1 Ocak 1974'ten beri, Karaçam köyü mezarlığında. Ulu bir karaçamın altında, bana hiç dayı diyemeden dünyaya veda etmiş 2 yavrusu ile koyun koyuna, ve bana bütün 1 ocakları zehir ederek, 1,5 metre derindeki istirahatgahında yatıyor. 

Suçlular hiçbir ceza almadı.

O günden bugüne değişen bir şey yok.

Kadına şiddet güftesi ile besteler yapanlara selam olsun.


Yorumlar

  1. Dervişim Yaşar'ım.
    İnsanın yüreğini dağlayacak bu ateşten hatıralar,
    senin yüreğinde, ipek kanatlı sabır melekleri oimuşlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Levent, teşhislerin nokta atışı. Sabır, sabır yine sabır. Benim payıma düşen buydu.
      Sana ve ailene giden yılı aratmayacak yıllar diliyorum.
      Gözlerinden öperim.
      Sevgiler.

      Sil
    2. Çok sevgili Yaşar'ım. Ben de sana ve ailene, tüm yakınlarınızla birlikte sabrımızı zorlamayacak bir yeni yıl dilerken gözlerinden öperim. Bu korona belası biter bitmez Erginer'le birlikte mutlaka senle buluşup hasret gidermeyi çok istiyorum.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

27 MAYIS CUMA 1960 BORNOVA İZMİR - İLK DARBE

EYLÜL 1965 ALSANCAK İZMİR - LİSE GİRİŞ SINAVI

11 NİSAN 2019 BAYRAKLI İZMİR - AYLA ERDURAN VE 1710 YAPIMI STRADİVARİUS